Genellikle solcuların başına gelen, bir yanlışa kurban gitmemişse sağcıların pek başına gelmeyen, onların duymadığı bir dramdır gözaltında kaybolmak, ölmek, gözaltında ölenin ailesi olmak.15 Temmuz (2016) bahanesiyle ilan edilen olağanüstü hal, mağdurlar arasına dindar, sağcı muhafazakârı katarak tabanını genişletti. Gökhan Açıkkollu ve ailesi de bu dönemin ilk mağdurlarından biri oldu.

Gökhan Açıkkollu, Türk Eğitim Sen üyesi dindar bir öğretmen. Bir ihbar üzerine 23 Temmuz 2016’da gözaltına alınıyor. Gözaltının 14. günü, henüz ifadesi alınmadan kalp krizinden ölüyor. İfadesi alınmadan öldüğü için dava dosyası yok ve Gökhan Açıkkollu’nun, ihbarcının “bu da FETÖ’cü” iddiası dışındaki suçunu bilen yok. Ailesi, delil bulunamayınca işkenceyle itirafa zorlandığını, kalp krizini işkencenin tetiklediğini iddia ediyor.

İşkence iddiaları ciddi delillere dayanıyor: Ailenin elinde “kişi her ne kadar kalp krizi geçirmiş görünse de kalp krizini tetikleyen sebeplerin işkenceye (kaburga kemiğinde kırıklar, morartılar ve kanamalar) bağlı olduğu”nu belirten otopsi raporu var. Aile, işkence yapıldığına dair görgü tanıkları ve otopsi raporlarını delil göstererek İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nden davacı oluyor. Savcılık yapması gerekeni yapıyor; görevli kusuru yok diyerek ailenin şikâyetine takipsizlik kararı veriyor. Sulh ceza mahkemesi, ailenin takipsizlik kararına yaptığı itirazı kabul ediyor. Fakat sulh ceza, Temmuz 2017’de yapılan itirazı hâlâ incelemeye almadığı için dava açılmış değil.

Adli işlemler başlamadan idari işlem sonuçlanıyor. Gökhan Hocayı, gözaltına alındığı gün görevinden uzaklaştıran MEB, hocaya görevine iade yazısı yolluyor! Ölüm gibi dramatik bir olay birden mizah konusu oluyor; bu ne iş diye sorulunca MEB göreve çağırdığı öğretmenin ölmüş olduğunu anlıyor. Müsteşar, bakanlığının alay konusu olmasına dayanamayarak, adı geçen öğretmenin suçlu olduğunu gösteren delillere sahip olduklarını, suçsuz olduğu için değil öldüğü için görevine iade edildiğini tivitleyerek gülünç bir durumdan kurtulayım derken kendini gülünç duruma düşürüyor! Hakkında herhangi bir idari soruşturma bulunmayan, ifadesi alınmamış, savunmasını yapamamış ölmüş bir kişiyi hangi hukuk suçlu sayabilir?

Hikâyenin buraya kadar olan kısmı bildik devlet refleksi; yaşadığınız dönem, düzen ve rejimle birlikte değerlendirdiğinizde yadırgayamazsınız. Fakat hikâyenin sonraki bölümüne “yaratılanı yaratandan ötürü” sevenler dahil oluyor ve olay daha dramatik bir hal alıyor. Hikâyenin utanç verici kısmı burası; Gökhan Açıkkollu’nun ölümünden sonra başına gelenler: Aile cenazeyi İstanbul’da defnetmek istiyor. Fakat Adli Tıp Kurumu, İstanbul’a defnedecekseniz cenazeyi size veremeyiz, ısrar ederseniz herhangi bir dini vecibeyi yerine getirmeden Pendik’teki (açılışını “FETÖ” ilişkisi nedeniyle görevinden alındığı söylenen Kadir Topbaş’ın yaptığı!) “hainler mezarlığı”na biz defnederiz, emir böyle diyor. Aile cenazeyi İstanbul’a defnetmekte ısrar edince Adli Tıp, cenazeyi teslim edebilmeleri için savcılıktan izin yazısı getirmelerini istiyor. Savcılık, Adli Tıp’ın isteğini saçma buluyor ama yazı da vermiyor. Aile bu kez Terörle Mücadele Bürosuna yönlendiriliyor; Terörle Mücadele Bürosu ise aileyi Mezarlıklar Müdürlüğüne… Mezarlıklar Müdürlüğü, Terörle Mücadele Şubesine sakınca yok diye yazı gönderecek onlar da onaylayacak!

Haftanın son birkaç saatinde gerçekleştirilmesi olanaksız bir işlem peşinde koşması istenen acılı aile sonunda pes edip cenazeyi memleketleri olan Konya’ya götürmeye karar veriyor. Ailenin bütün çabası, cenazenin dini tören yapılmadan gömülmesini engellemek, ölülerine karşı dini görevlerini yerine getirmek. Fakat devlet ve tüm resmi dini otorite, birlik olup onların bu son arzusunu engellemeye çalışıyor. Belediyeler, mezar kazmak için istenen kutsal iş makinelerini vermiyor. Kaymakam, ailenin bulduğu özel bir iş makinesinin sahibini bize neden haber vermedin diye sorguya çekiyor. İmamlar, Diyanet İşleri Başkanlığının talimatına uyarak cenaze töreninin hiçbir aşamasına dahil olmuyor. Gökhan Hoca eşi, iki çocuğu, annesi, babası ve birkaç köylünün katılımıyla köyünün mezarlığına defnediliyor. 15. yılını geride bırakan İslamcı iktidar, gündeminin birinci maddesinin (altı bakandan oluşan komisyon bu soruna sözde çare arıyor) taciz ve tecavüz olmasına da bakarak haklı olarak soruyoruz kötülük mü dinde, din mi kötülerin elinde?