Bu hikâyenin bize gösterdiği en önemli şey, büyük kötülüklerin altına imza atanların canavar filan değil, aksine sıradan insanlar olduğu gerçeğidir

“Kötülük problemi”nden “kötülüğün sıradanlığı”na

> ESRA TANRIBİLİR @irritablerains

İnsanlığın doğduğu ilk günden beri kötülüğün de onun ayrılmaz bir parçası olmasından dolayı, bu kavram hem dini hem de felsefi açılardan tartışılagelmiştir. Epikuros’un mantıksal bir formülle ortaya koyduğu “Kötülük Problemi”nden, Nietzsche’nin “İyinin ve Kötünün Ötesinde” inşa ettiği felsefesine kadar bütün filozofları meşgul eden bir meseledir.
Kötülük sanıldığının aksine savaşlarla, işkencelerle, zulümlerle, katliamlarla, tecavüzlerle dolu insanlığın modern uygarlığa geçişiyle de yok olmadı. Aksine, insanların kötülüğünün sınırsızlığının hayal güçlerinin sınırlarının çok ötesinde olduğu; kötülüğün din, milliyet, gelenek bahaneleriyle meşrulaştırıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Üstelik bu virüsü yaymak için kullanılan akıllı telefonlar, internet, sosyal medya da hemen elimizin altında. Barbarlarının kafa kesme görüntülerini çekirdek çiterek izleyen, sivil insanları katleden patlama videolarının altına sevindiklerini ifade eden, #SuruçtaŞenlikVar diye bir ‘hashtag’in altına akla hayale gelmeyecek nefret sözleri yazan ve bunları defalarca “RT” ederek, “like”layarak kötülüğü meşrulaştıran insanların yaşadığı korkunç bir çağdayız.

Kötülüğün sıradanlığı
Ötekini görme eksikliğinin ve vicdan yoksunluğunun birleşmesinden doğan kötülükler yetmezmiş gibi, düşünce ve muhakeme yeteneğinin kaybolması ya da daha da kötüsü hiç oluşmamasının sonucu da “Kötülüğün Sıradanlığı” ortaya çıkar. Hannah Arendt’in çok tartışılan aynı isimli kitabından sonra kullanılmaya başlanan bu kavram adeta günümüz dünyasını anlatmaktadır. Yazar, 1960’ların başında, saklandığı Arjantin’de yakalanarak Kudüs’e getirilen bir Nazi subayı olan Adolf Eichmann’in soykırım suçundan yargılanması sırasında yaptığı gözlemleri kitaplaştırmıştır.
Kitapta, herkesin sandığının aksine kötülüğün oldukça sıradan olduğu anlatılır. “Eichmann’a ve benzeri birçoklarına ilişkin sorun, fazlasıyla ve ürkütücü biçimde ‘normal’ olmalarıdır.” Eichmann, ne yaptıysa yasalara bağlı bir vatandaş olarak yapmış, sadece emirlere uymuş ve görevini en iyi şekilde yerine getirmeye uğraşmıştır. Üstelik etrafındaki herkesin aynı şekilde davranmasından dolayı da vicdani bir rahatsızlık duymamıştır. Oysa, herkesin ya da etrafındaki bir takım insanların da öyle düşünüyor olması kişinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Kişi her tür hareketinde vicdanına danışmak zorundadır. Bu hikâyenin bize gösterdiği en önemli şey, büyük kötülüklerin altına imza atanların canavar filan değil, aksine sıradan insanlar olduğu gerçeğidir. Aptallıktan çok düşüncesizlik, gerçekleri okuma kabiliyetinden yoksunluk, muhakeme yeteneği eksikliği, sorgulama yetilerinin gelişmemiş olması, sadece gösterileni görmek, dünyaya at gözlükleriyle bakmak, bilgisizlik gibi özelliklerin biri ya da birkaçına kişiliğinde barındırmak, vahşet sürüsünün bir parçası olmak için yeterlidir.

Dünyayı doğru algılamak
Dünyayı algılarken doğru filtrelerden geçirmek gerekiyor. Bütün ideolojilerden, siyasi görüşlerden, dinlerden, milletlerden, ırklardan öte bir şey bu. Kötü olmak için illa İŞID militanı olmaya da gerek yok. Savaş çıkınca yıllarca komşuluk ettiği insanları gözünü kırpmadan öldürenler (Bosna, Ukrayna, Suriye), küçücük bir kız çocuğuna yıllarca tecavüz eden koca bir köyün bütün erkekleri, bunu bildiği halde susarak suç ortaklığı yapan kadınlar, mendil satan mülteci çocuğu dövenler, başkalarının üzüntülerine düpedüz sevinenler, emir kulları, görev adamları kötülüğü sıradanlaştırır.

Üstelik bunlar sanıldığı kadar uzakta da değil, içimizde yaşıyorlar. Metroda yanımızda oturan adam, ekmek aldığımız bakkal, işyerinde beraber öğle yemeği yediğimiz arkadaş, ailelerimizden birileri, bunlardan hiçbiri değilse bile mutlaka sosyal medyadan bir arkadaş...

İnsanlar hiçbir zaman kötü olduklarının farkına varmaz, kötülüğü hep uzaklarda, ötekinde arar. Oysa, bir problemin çözümü için, öncelikle sorunun tespit edilmesi gerekir. Yani adını koymak... Lütfen, “Oh olsun!” diye sevinç çığlıkları atan ve “Orada ne işleri vardı?” diye soran banadokunmayanyılanbinyaşasıncılar bir adım öne çıksın. Kötüsünüz, hem de Kabil’in olmadığı kadar, Şeytan’ın aklına bile getiremeyeceği kadar kötüsünüz.

Bütün bu kötülüklere karşı koymak, ancak sorgulayabilen, kendi yargılarını kullanarak doğru ile yanlışı ayırt edebilen, hem kendini hem içinde yaşadığı toplumu eleştirebilenlerin direnmesiyle mümkün. İnsan olmak için insan kalmak için direnmek... Sanatla, edebiyatla, felsefeyle ve aşkla direnmek...