Totaliter rejimlerde kötülük sıradanlaştırılıyor. Ülkenin içine girdiği karmaşık, dolaşmış, çapraşık, altüst olmuş durumla karşı karşıyayız, sürekli kötü haberlere, uygulamalara maruz kalıyoruz. Asıl sorun artık kötülüğün politik düşüncenin içerisine nüfuz etmesi. Kötülükle sürekli muhatap olma durumu varlığı sorguluyor hale geldi, varlığın geçerliliğiyle hesaplaşmaya zorlasa da bu hesaplaşma hakkıyla yerine getirilmiş, tamamlanmış bir hesaplaşma değil.

Geleneksel insan zihninin amacı, maksadı, hayali açısından olmaması gerekenler oluyor; 'bu olmamalıydı' deniyor, ama olan’ın dehşeti karşısında bu düşüncenin çöküşüne ya da kendi içine kapanmasına karşılık geliyor. Haberlerde/olaylarda alışılamayacak, tümüyle açıklanamayacak olanı ima eden bir çaresizlik tınısı sarıyor her yeri. Kavrayışın sınırlarını zorluyor. Aklın araçsallaşmasının bir sonucu olarak 'akıl tutulması' yaşanıyor. Kötülüğün varlık kazanmasında sıradanlığın dehşeti daha fazla... Televizyon dizilerinde mafya iyileştiriliyor, mafya babaları ezilenlerin yanında gösteriliyor. Bakınız her on diziden en az beşi mafyayı işliyor. Her biri kötülüğün sıradanlaştırılmasının toplum üzerinde algı manüplasyonları olarak işlev görüyor. Kişiler izlerken farkında ama düşünme yetisini kullanmıyor. Yaşamında da bu böyle, despotluğun farkında ama...

Olmaması gereken şeyler oluyor. Düşüncenin karşılaşmak ve üstesinden gelmek zorunda olduğu şey, belirlenmiş kavrayış sınırlarının ötesinde yer alıyor. Akıl almıyor derler ya, işte öyle bir şeyler oluyor. Çocuk istismarları, kadın cinayetleri, emek sömürüsü, canlı bombaların ortalıkta cirit atması ve ölümler ve yaralılar, abluka altında işlenen cinayetler, bir kereden bir şey olmaz benzeri açıklamalar, hırsızlık, rüşvetçilik, beden üzerine tahakküm, şeriata övgüler, cihat çağrıları, tutuklu gazeteciler, akademisyenler, maden tekellerine peşkeş çekilen doğal yaşam ve vs işte kötülüğün ana damarları. Hepsi sıradanlaştırılıyor. Aslında tam da radikal bir kötülüktür bu.
Giorgio Agamben, Tanık ve Arşiv’de Auschwitz’i kavrama çabasının sınırlarını ve zorluklarını gösterir. 'Auschwitz sonrası'nda ahlaki olan ile hukuki olan arasında bir tür kavram kargaşası söz konusu olduğunu söylerken, 'sorumluluk' ve 'suç' kavramları arasındaki sisli bölgeye işaret eder. Kötülere açılan mahkemeler yalan, 'kötülük sorunu'nun çözüleceği inancı yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. İnsan hakları söylemli- liberal bir dünyanın kuruluşuna ideolojik bir kaynak oluşturmak asıl amaç. Totaliterizm için hukuk düzeninin inşaası bu. Egemenlik modern iktidar teknikleriyle 'kötülüğün sıradanlığı' halinde/kötülüğü sıradanlaştırarak yeniden ürüyor. 'Kötülük' bir sıradanlık hali olarak “totaliterizm” içinde yeniden konumlandırılıyor, gerçekte birbirini tamamlıyor.

Fotoğrafların ve görüntülerin kötülüğü sıradanlaştırmasında katkısı olduğu hep yazılmıştır. Ortadoğudaki görüntüleri andıran Sur, Cizre, Nusaybin, Yüksekova görüntüleri, cesetlerin araçlar arkasına bağlanıp yerlerde sürüyerek çekilmesi, ya da Ürdünlü pilotun turuncu üniforması ile bir kafesin içinde canlı canlı yakılışının görüntüleri, IŞİD'in daha önce internet üzerinden yayınladığı, paranoya yayarak tüm gücünü kotardığı diğer infaz görüntüleri, Guantanamo Kampı'ndan şiddet görüntüleri, Ebu Gurayb Cezaevi'ndeki işkence fotoğrafları hepsi görüntülerle kötülük arasındaki ilişki değil mi? Kötülüğün, büyük oranda imajlar üzerinden yaygınlaştırılması hatta üretilmesi fikri bile sıradanlaşmadı mı?

O halde artık noktayı koyalım; Kötülüğün sıradanlığına kaptırıp gitmek, görüntü bombardımanının yabancılaştırmasına esir olmak yanlıştır, kötülüğün politik gerçekliğini görünürleştirmeyi hedeflemektir asıl olan. Totaliter bir rejimin, bürokratik bir sistemin sömürgen işleyişi ve yapısı ortadadır. Sistemin ' bir dişlisi olarak' da tek adam çıkar sahneye. Otorite ve onunla uzlaşan bireyler, 'örgütlü bir güç' haline gelecek şekilde kötülüğü örgütlüyorlar. Politik olanın anlamını yeniden düşünmek zorundayız. Kötülüğün tarihiyle hesaplaşmak gerekiyor. Kötülüğü seyreden büyük çoğunluğu yeniden kazanarak.

Asıl sorun artık kötülüğün politik düşüncenin içerisine nüfuz etmesi. Kötülükle sürekli muhatap olma durumu varlığı sorguluyor hale geldi