Gazetelerde, televizyon kanallarında, sosyal medyada sürekli olarak kötülük bombardımanına uğruyoruz. Tecavüzler, cinayetler, dolandırıcılıklar... Baudrillard'ın dediği gibi, kötülük artık her yerde, çünkü kötülükten söz edilemediği için bir virüs gibi yayılıyor. Toplumsal bağlar, insanları birbirine bağlayan simgesel değerler çözüldükçe, kötülüğü tutan zincirler de çözülüyor. Kripto borsası kurup milyonlarca lirayla kaçan kişiye hayranlık duyanları, fırsat bulsa yapmak isteyenleri düşününce, siyasetin iptal edilmesinin etkileri daha net görülebilir.

KORKUYLA BÜYÜLENMİŞ YÜZYIL…

Baudrillard, 'Kötülüğün Şeffaflığı'nda ‘söz’ün öneminden bahsediyordu. Söz, bir bireyin özgür ifadesi olarak değil de, çatışan, baştan çıkarıcı biçim olarak anlaşıldığı sürece, 'hak'tan, hakikatten bahsedilemez artık, dolayısıyla kötülükten de bahsetmek güçleşir. Holokost'un ya da Hiroşima'ya atılan atom bombasının neden olduğu acıları bugün anlayamayacağımız görüşünde Baudrillard, çünkü zihinsel olarak artık başka bir evrendeyiz; daha doğrusu medya ve boşluklar bırakarak yeniden yazılan tarih nedeniyle başka bir zihinsel evrene nakledildik. Bu tarihin yeniden yazımı, gaz odalarının gerçekte olmadığını iddia eden yazarların ortaya çıkması gibi, eninde sonunda inkârla sonuçlanır. Baudrillard, unutmak olanaksız olduğunda tek çıkışın inkâr olduğunu ve 21’nci yy'ın bu yüzden korkuyla büyülenmiş sanrılı bir yüzyıla dönüştüğünü iddia ediyordu. Korkuyla büyülenmiş sanrılı bu yüzyıla, şimdi bir de pandemi eşlik ediyor.

İNSANIN ÖZÜ

Lars Svendsen'in 'Kötülüğün Felsefesi' adlı kitabı, kötülük üzerine düşünmek için iyi bir imkân sunuyor. Svendsen, Weber, Gauchet gibi düşünürlere atıfta bulunarak, kötülüğün eskiden ontolojik bir durum olarak değerlendirildiğini, şimdi ise patolojiye bağlandığı görüşünde. İnsanı kötülüğe itenin şeytan ya da başka doğaüstü güçler olduğu düşüncesi, önce yerini toplumsal yapı ve kültüre, sonra da genlere ve psikolojik yapıya devretmiş durumda. Örneğin, Robert Wright 'The Moral Animal'da, doğal seçilimin hayaleti olarak genlerimizde "başkalarına büyük acılar getirebilen çeşitli hazlar için bizi ayartmaya düşkün bir güç"ten bahsediyor. Svendsen, 'doğal kötü' ile özgür seçimlerimizin neden olduğu 'ahlaki kötü'yü birbirinden ayırıyor. Genlerimiz bencil olsa bile, bizim öyle olmak zorunda olmadığımızı savunan, hatta tam tersine, antropolojik açıdan insanlığın buzul çağ gibi felaketleri dayanışarak aşması gibi örnekler üzerinden özümüzün iyi olduğunu savunanlar da var. Her ideoloji, insanın özüne ve doğasına dair kendi anlayışına uygun olarak antropoloji, biyoloji, psikoloji ve tarihten faydalanıyor.

DÜRÜSTLÜK İLKESİ

Freud, bir ahlak felsefecisi gibi 'iyi/kötü', 'doğru/yanlış' gibi yargılarda bulunmaktan uzak durmuştu. Freud, yaptığımız tercihlerin nedenlerini ve ahlaki bilincin nasıl doğup geliştiğini anlamak istemişti sadece. Kötülüğü eğer ahlaki yasakların ve ahlaki vicdanın ihlali olarak düşünürsek, Freud'a göre kötülüğün cazibesi bütünüyle yok edilemez, ama bunu psişik yaşamamızın bir parçası olarak kabul edersek bir çözüme ulaşabiliriz. Bunu psişik bir ikirciklik olarak kabul etmek gerekir ve bu ikirciklik yüzünden, örneğin Oedipus karmaşasının neden olduğu duygu ve düşünceler yüzünden kimse yargılanamaz. Bu anlamda, insanın doğasının iyi ya da kötü olduğu yargısıyla ilgilenmez Freud. Bu içsel çatışmayı kişinin kendi içinde nasıl çözdüğüdür önemli olan. Çözmek ise anlamaktan, farkındalıktan geçer, yani 'dürüstlük ilkesi'nden. Freud'un ahlak felsefecilerinden farkı, önyargılardan uzak bir biçimde, daha ince bir insan sorumluluğu üzerinde durmasıdır bir bakıma. İçgüdüsel donanımımız ya da psişik yapımızdan dolayı sorumlu tutulamayız. Ego, çepeçevre kuşatılmış durumdadır çünkü; dürtülerin kışkırtmasına, üstbenliğin bastırmasına, dış gerçekliğin ise sürekli hayal kırıklığına uğratmasına rağmen dimdik ayakta durması ve kendisiyle en uyumlu kararları vermesi gerekir. Bunun için de benliği güçlendirmek, onu üstbenliğin ve id'in etkilerinden daha bağımsız kılmak, algı sahasını genişletmek ve örgütlenmesini büyütmek gerekir. Bu açıdan, benliğin üstbenliğin kontrollerini ortaya koyup desteklemesi, ama katı ve yersiz kontrollerini de çökertmesi, bir çözüm sunar. Ancak o zaman benlik kendi bütünlüğüne yaklaşır ve başkalarıyla daha sağlıklı iletişim kurar. Kötülük, zaten kişiler arası ilişkilerde ortaya çıkmaz mı? Kötülükle mücadele etmenin yolu, siyasi ve sosyal açıdan 'dürüstlük ilkesi'ni güçlendirecek, farkındalığı arttıracak yaklaşımlarla mümkün olabilir ancak.