Toplumun üzerine çöken istibdat rejiminin bir korku toplumu yaratmasına izin vermemek, tüm cumhuriyetçilerin ama özellikle solun öncelikli görevidir.

Kötülükler birikiyor ama korkuya yer yok

Oğuz OYAN

Kötülüklerin asıl kaynağı kuşkusuz içinde bulunulan ekonomik ve toplumsal sistem; ama sistemin yönetici unsurlarının katkıları ihmal edilemez boyutta. Ayrıca örgütsüz halk kitlelerinin edilgenliği de kötülüklerin kanıksanmasına zemin hazırlıyor. Kitlelerin dini tevekkülle uyuşturulması da sistemin ideolojik hegemonyasını pekiştiriyor. Özellikle de laikleşememiş toplumlarda. Aynı kapitalist sistem altında farklı ülkelerde görece farklı despotik ilişkilerin üretilmesi, bu ülkelerdeki farklı siyasal-ideolojik biçimlenmelerle ilişkili.


“Kötülükler” denilince her türlü eşitsizlik, adaletsizlik, yolsuzluk, zorbalık, bağımlılık ilişkileri anlaşılmalı. Bunlara insanların can güvenliğini tehdit eden iş cinayetleri, dinci geriliğin beslediği kadın cinayetleri, terör eylemleri ve bunlara yol açan iç ve dış politikalar da eklenmeli. Bu bakımdan Bartın maden kazası ve Taksim terör eylemi, her ikisi de toplu cinayetlere yol açması ve bunlarda iktidarın sorumluluğu açısından, aslında bir bütünün parçaları.
Sistemin yönetici unsurları denilince, sermaye kesimi ile siyasal iktidar anlaşılmalı. Kuşkusuz biri diğerinden bağımsız değil; ama kendi göreli özerklik alanlarını hiç yaratamıyor değiller (Aksini savunmak indirgemecilik olurdu). Sermaye sınıfı, kendi genel (ve bazen özel) çıkarlarına hizmet ettiği sürece siyasal “sınıfın” bazı “aşırılıklarına” kayıtsız kalabilir. Ama siyasal iktidarın sistemin yönetiminde zaafa düşebileceği, sermayeyi koruyan hukuk düzenini aşındırabileceği, mülkiyet ilişkilerini güvensizleştirebileceği, kendi iktidarının ömrünü uzatmak için ekonominin ve devletin krize girmesini göze alabileceği, özetle sermayenin çıkarlarına halel getirebileceği sezinlendiğinde, bu iktidara belirli bir vadede alternatif bulma süreci de başlamış demektir.

Bununla birlikte, bu vade kısalıp uzayabilir. Sermaye içindeki bölünmeler de “sorunlu” iktidarın ömrünü uzatabilir. Sistem-içi muhalefetin oluşumunda ve iktidara yürüyüşündeki zafiyetler de siyasi almaşma (alternance) süresini uzatabilir. Bu sırada iktidarın ekonomiye ve topluma ödettiği ve ödeteceği faturalar sürekli kabarabilir.

Olumsuz mirasın birikmesi

AKP iktidarı 2023’te sahneden çekilse bile geriye kötü bir miras bırakacak görünüyor. Bazılarına değinelim.

Dış politika: Birinci öncelikli konu değil belki, ama güncelliği ve uzun dönemi olumsuz etkileme potansiyeli bakımından kritik. Bakmayın Ukrayna savaşı sonrasında puan toplayıcı hamlelerine, AKP Türkiye’si dış politika zaafları bakımından Cumhuriyet tarihinin kara bir dönemi olarak anılmayı çoktan hak etti. Erdoğancı dış politika Türkiye’nin on yıllardır benimsediği “barışçı temkinlilik” hattının dışına çıkıp mezhepçi ve müdahaleci bir temelde, üstelik ABD’yle BOP eşbaşkanlığı fantezisi üzerinden tanımlanmaya kalkışılınca, tökezlemekte gecikmedi. Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da düşman kazanma yarışına çıkılmış gibi yürütülen bu öngörüden yoksun hırs, çok geçmeden Türkiye karşıtı bir cephenin oluşmasını kolaylaştırıverdi. Onarımı epey zaman alacak.

Özellikle AKP’nin Suriye politikası tam bir felaket. Taksim olayı bunun küçük bir sonucu. Öyle ki, Türkiye dinci örgütlenmelere desteğini kesip Suriye’den silahlı unsurlarını çekip Esad hükümetiyle ilişkilerini normalleştirmeye çalışsa dahi bunun olumlu sonuçları için zaman gerekecek, ama olumsuz sonuçları beklemeyecektir: Kendilerini ihanete uğramış hisseden İslamcı terör örgütlerinin hedefinde bu defa Türkiye olacaktır. ABD’nin silahlandırdığı YPG de azımsanmayacak bir tehdit unsurudur.

Ekonomik ve toplumsal çözülüş: “Seçimlerden sonrası tufan” anlayışıyla hesapsızca sürdürülen para ve maliye politikaları Türkiye’de ciddi kriz birikimleri yaratmaktadır. Bütçe ve bütçe dışında üstlenilen maliyetler (KKM, KÖİ), kamu iç ve dış borçlarının tırmanışı; bütçe ve KİT sisteminin devasa açıkları bir kamu maliyesi krizinin işaretleridir. TCMB rezervlerinin tüketilmesi yanında bankacılık sisteminin de orta vadede önemli kriz riskleri taşıması (batık ve takipteki kredilerin büyümesi, ani faiz yükselişlerine karşı dirençsiz bir yapının oluşması vs.) önemli sorun alanlarıdır. Dış borçların GSYH’ye oranının yüzde 55’i aşması, dış borçlanma maliyetlerinin aşırı yükselişi, cari açıkların sürdürülemez boyuta gelmesi gibi AKP mirasları bir ödemeler dengesi bunalımını haberlemektedir.

Yüksek enflasyonist sürecin gelirleri aşındırması, bölüşüm ilişkilerinin 2016 sonrasında sürekli emek aleyhine bozulması, işgücünün beşte birinin işsizliğe mahkûm olması, mutlak yoksulluğun ve açlığın yayılması, toplumdaki ahlaki değerleri sarsmaktadır. Sistemin silindirine karşı örgütlü mücadele içinde olamayanlar öfkelerini aile içi şiddete yöneltmekte; uyuşturucu yaygınlaşmakta; yolsuzlukların ve ahlaksızlığın kanıksandığı bir süreç çalışmaktadır.

Neofaşizmin yükselişi

Neofaşist akımlar dünyada yükselişe geçti; Avrupa’daki örnekleri arasında AKP Türkiye’sine de yer veriliyor. Kapitalist devletin otoriter yapılanması (yürütmenin tüm erkleri elinde toplaması) yönündeki süreçler tüm dünyada çalışıyor. Bu eğilimleri liberallerin ağzıyla “popülizm” veya “sağ popülizm” gibi açıklayıcı değeri olmayan sahte kavramlarla geçiştirmek, ancak neofaşizmin gerçek niteliğini perdelemeye hizmet edebilir. Sosyalist solun bu tuzağa düşmemesi gerekir. Eğer düşerse, kendisi de “sol popülizm” kapsamında sistem-içi bir akım olarak yaftalanabilir.

Biraz daha açılabilir. Öncelikle bu gelişmeler, sistemin egemen gücü sermayenin tercihlerinden bağımsız değil. Bu tercihlerin oluşmasında belirleyici olan da neoliberal birikim rejiminin ve küreselleşme sürecinin tıkanması. 1980’lerde yeni uluslararası düzenleme rejiminin ana ayakları olarak ortaya çıkan bu iki dalga birbirlerini tamamlayıcı biçimde ilerlemişti. Ne var ki küreselleşmenin bir dönem sonra ABD’nin tehdit skalasında birinci sıraya yerleştirdiği Çin’in lehine sonuçlar vermeye başlaması, sistemin gerileyen hegemon gücünün uluslararası ticarete ve sermaye hareketlerine kimi kısıtlar getirmesine yol açacaktı.

Şimdiki mesele şu: Kapitalist sistemin küreselleşme dalgasındaki tıkanmaya uyum sağlanması, neoliberal birikim rejimindeki tıkanmanın aşılmasından görece daha kolay. Nitekim son üç yıldır pandemi krizinin, tedarik zincirlerindeki kırılmaların ve son olarak Ukrayna savaşı nedeniyle büyüyen enerji ve gıda tedariki sorunlarının küresel akımlarda yol açtığı krizlere uyum sağlanması yolunda adımlar atıldı. Ne kadar başarılı olduğu, ne ölçüde içe kapanmalara yol açtığı/açacağı ayrı konu; henüz bu sürecin sonuna gelinmiş değil.

Ama daha çözümsüz görünen konu, neoliberal birikim tarzının hangi düzenleme rejimiyle sürdürüleceği. Neoliberal birikim tarzından yani sermayenin sınır tanımayan sömürü düzeninden vazgeçme niyeti olmadığı, başka deyişle emeği de gözeten daha bölüşümcü bir modele geçiş eğilimi olmadığı belli olduğuna göre, şimdilik bunun yerine geçecek bir birikim modeli arayışı yok. Bunun yerine, yalnızca kısmi bir varoluşu olan neoliberalizm-burjuva demokrasisi eşleşmesinin artık sürdürülemez olduğundan, küreselleşmenin içe kapanmalara dönüşmesiyle bunun daha da zora gireceğinden hareket edilerek, otoriterleşme eğilimi yönünde hızlı adımlar atılmakta. Soğuk/sıcak savaş dönemlerinin eşanlı olarak yaşanmaya başlanması da bu eğilimleri pekiştirmekte.

Korku duvarlarını aşmak solun işi

AKP döneminde Türkiye zaten sert bir otoriterleşme sürecinden geçiyordu. 2018 rejimi bunun doruk noktasını oluşturdu. Ama daha öncesinde, 2015’in seçim konjonktüründe sahnelenen görülmemiş boyuttaki şiddetin ve 2017 Anayasası'nın dayatılmasında kaldıraç rolünü oynayan “kışkırtılmış” Temmuz 2016 kalkışmasının, bugünkü iktidarın zihniyet yapısını ele veren kritik referans noktaları olduğu saptanmalıdır.

Buna karşılık, toplumun üzerine çöken istibdat rejiminin bir korku toplumu yaratmasına izin vermemek, tüm cumhuriyetçilerin ama özellikle solun öncelikli görevidir. AKP’nin artık tek başına Meclis çoğunluğunu sağlayamadığı, 2019’da büyük şehirlerden de dışlandığı, tüm seçim hilelerine rağmen yenilebilir bir güç olduğu toplumun bilincine yerleştirilmelidir. Gezi Direnişi'ni yapabilen bir toplum, seçim korkusunu iktidar saflarına püskürtmeye de muktedir demektir.