Son altı aya girdik. 2023’ün ilk yarısı boyunca hepimizin ana gündemi seçim olacak. Eğer bir seçim yapılırsa, şekli, hilesi ne olursa olsun, RTE’nin kazanması olası görünmüyor. Muhalefet, geçen bu yirmi yılda hiç bir şey öğrenmediyse bile seçim hilelerini engellemeyi öğrendi. Daha doğrusu yapılabilecek seçim hilesi de kalmadı. Belki sonuçların tanınmaması denenebilir ama o da dünyanın bu halinde pek mümkün görünmüyor.

Siyasal alanın aktörlerini ortaklaştıran görüş RTE’nin kaybedeceği. Halk/seçmen ya da sokaktaki insandan söz etmiyorum, aktör derken. Parti liderleri, yöneticileri, milletvekilleri ve milletvekili aday adayları. Aktörlere, sendika, sivil toplum örgütleri, memleket dernekleri, devlet ve belediye ile iş yapan şirketleri de ekleyebiliriz.

Muhalefeti bekleyen asıl tehlike tam da bu “kesin kaybediyor” öngörüsü. Siyasal stratejiler, hesaplar, beklentiler “kazanıyoruz” diye değil, “kaybediyor” diye kuruluyor. Öyle ki, kimin kaybedeceğinin belli, ama kimin kazanacağının belirsiz olduğu bir döneme ilerliyoruz.

Siyasal aktörlerin, toplumun siyasete müdahalesini sadece “sandığa gidip oy kullanmakla” sınırlı tutmaya çabalaması da bu yüzden. Toplum, siyasallaşmasın diye uğraşılıyor. Sokaktan, kitlesel mitinglerden uzak duruluyor. Halk, sokağa sadece “liderleri” desteklemek ya da ona olan bağlılıklarını göstermek için çağrılıyor.

Topluma, “sen hele bir düşür RTE’yi, gerisini merak etme” mesajı pompalanıyor. Kılıçdaroğlu mu, İmamoğlu mu, Yavaş mı, yoksa başka biri mi tartışmalarında, iktidarın kumpasından çok muhalefet sorumlu.

Her üç adayın çevresinde yer alanların düşünceleri ve stratejileri de çok değişkenli. İlkin hepsi de seçim sonrasında kendileri için olabilecek en iyi pozisyonu istiyorlar. Cumhurbaşkanlığı yardımcılığından bakanlığa gibi kısıtlı bir talep değil bu. Örneğin köşe yazılarını, kazanılan bir seçim sonrasında RTÜK üyesi olabilme hayalini gözeterek yazan gazeteciler de aynı denklemin içinde; yaşadığı ilçenin sağlık müdürlüğünü gözüne kestiren de eylemlerini bu hedefine uygun planlama ihtiyacı duyuyor. Müteahhitleri düşünün bir de.

Sanki büyük bir devir teslim olacak ve herkes bu süreçte “kendisinin” en karlı çıkacağı stratejiyi bulmalıymış gibi. Düşünsenize bir uzak mahkemenin tozlu duruşma salonunda dosya okurken bir anda Hakimler Savcılar Kurulu üyesi olabileceksiniz! Rektör, dekan, okul müdürü, karakol amiri, daire başkanı, vali, kaymakam… Bir yanda çok sayıda kadro, koltuk var gibi ama öte yandan herkese yetmeyeceği de kesin.

Şimdi X adaya açıkça bağlı olup, geleceğinizi onun geleceğine bağlamak, seçim kazanıldığında oturulacak koltuğun değerini, alınacak ihalenin büyüklüğünü, kapatılacak hazine arazisinin genişliğini, çıkılacak kat sayısının yüksekliğini dolaysızca etkileyebilir. Ama bu açık bağlılık diğer adayın ipi göğüslemesi durumunda aynı oranda düşecektir de. Olası adayların her biriyle dirsek temasını korumak mutlaka bir pozisyona konmayı garantileyebilir ama o pozisyonun getirisi de ortalamanın altında olacaktır. Rektör olabilecekken, başhekim yardımcısı pozisyonuna zar zor gelebilmek gibi diyebiliriz.

Üstelik bu karmaşık denklem, tek parti içinde işleyen bir süreç değil. İttifak genişledikçe pozisyon için başvuru ve rakip de artıyor. Bir de gücünüz önemli tabi. Popülerliğiniz ile getireceğiniz oy arasındaki ilişkiyi tahmin etmek mümkün değil. Twitter da üç milyon takipçiniz olabilir, her konuşmanız tt olup sanal alemi yıkabilir, ama adınızın seçim sandığındaki oy tercihinde hiç bir önemi olmayabilir. Bu durumda da pazarlık gücünüzü iyi planlamanız gerekecektir.

Yeni yıl için kötümser- kara komik bir yazı oldu. Bilinçli bir kötümserlik, çünkü umut kötümserlikten doğuyor. RTE-AKP döneminin en büyük başarısı, siyasal alanı yukardaki hale getirebilmesinde. Ekonomi ve dış politika partiler üstüdür (siyaset üstü) yalanı ile başlayan bir sürecin sonucu bu hal. Toplumu siyasetin dışına iten ve sadece sandığa kısıtlayan bir siyasi rejimin kırk yılda vardığı sonuç.

Umut nerede peki? AKP iktidarında 20 yılda yasaklanan 19. grev Bekaert greviydi. Bu kez sendika ve işçiler RTE’nin erteleme kararına uymadılar ve greve devam ettiler. 18. günde hem haklarını aldılar hem de grev yasağı zulmünü, parçalayıp attılar. Bekaert grevi baharın kardeleni olarak, 20 yıllık kışın bitimini haber veriyor olabilir. Umut, sokağı ve sokakta örgütlenmeyi sandığa ertelemek değil sandığı meydanlara kurmakla büyüyecek. Siyasetin “esnaflarına” emekçiler yanıt verecek. O zaman olacak…