Kovulmanın ekmeği ya da Survivor!

Ekose ceketli bir kanaat önderi, ‘kovulmanın ekmeğini daha ne kadar yiyeceksin İrfan?’ diye yazmış geçen benle ilgili. Yanıt veriyorum: Kovulmanın bir ekmeği yok ! Bunu en iyi son bir buçuk yıl içinde bu ülkede haksız yere işinden edilmiş emekçiler biliyor. Acun öğretmen biliyor mesela. Bahsedeceğim kişi Yetenekli Bay Acun değil. Zaten mevzubahis hayatta kalma yarışıysa uzaklarda bir adaya gitmenin de bir manası yok. Burada, bu yarımadada milyonlarca vatandaş, yarıştayız hali hazırda. Benim söz edeceğim Acun, Acun Karadağ.

Toprak Mahsulleri Ofisi’nde müdür olan bir babanın kızı olarak dünyaya gelmiş Acun Karadağ. Evlerine üzerinde TMO yazan kurşun kalemlerden girmemiş hiç. Babası, ‘devletin kalemini size veremem’ dermiş. 6 kardeşi de okumuş. Karadağ, tarih öğretmeni olmuş, 20 yıl boyunca öğrencilerine hak yememeyi, dürüst olmayı, iyi insan olmayı anlatmış. Cumhuriyet Bayramı’nda yayınlanan bir KHK ile öğrencilerinden kopardılar O’nu. O da, Ankara Altındağ’daki okulunun kapısında yağmur altında beklemeye başladı sonra insan hakları anıtının önünde beklemeye devam etti. Yalnız değildi, işinden edilmiş başka güzel insanlar da vardı orada. Beklediler, işlerine iade edilmeyi talep ettiler, teröristlikle suçlandılar. Defalarca yumruk yedi Acun öğretmen, yargılandı, beraat etti, kalbine pil takıldı…

Şimdi çok sevgili ekose ceketli kanaat önderleri, ‘terörist sevici, vatan haini’ gibi sıfatlarla dolu lügatlarınızı bir gözden geçirin. Baktınız olmuyor bana ‘ey İrfan, 28 Şubat’ta bizim bacılarımız okul kapılarında beklerken neredeydin?’ diye de sorabilirsiniz tabii. Yanıtım basit: Ankara’da sanayide Ostim TV diye bir yerel televizyonda iftar programı sunuyordum. 20’li yaşlarımın başındaydım ve tesettürlü bir meslektaşımla birlikte kamera karşısına geçiyordum. Oldu mu güzel kardeşim? O çok meşhur Siyaset Meydanı’ndaki konuşmam sayesinde dikkat çekip Atv’de staja başlamadan önce ilk tecrübem buydu.

Sanayi Televizyonu’nda asgari ücretle iş bulmuştum. Orada çalışıyordum. Bana işe girerken sadece Mehmet Akif okuyup okumadığımı sormuşlardı. Ben de onlara ‘doğduğumdan beridir aşığım istiklale, bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale’ demiştim o kadar. Öyle maklubeydi, abilerdi, ablalardı bilmem ben. Acun öğretmen gibi güzel öğretmenlerim oldu benim. Annemin babası Niyazi dedem de Cumhuriyet’in ilk öğretmenlerindendir. O’ndan da öğrendiğim çok şey olmuştur. Laikliğin her dini inançtan ya da inançsız yurttaşı nasıl bir güvenlik şemsiyesi altında tuttuğunu, Atatürk’ün ‘en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır’ sözleriyle anlatmıştı dedem rahmetli. Aklıma yatmıştı bu sözler.

‘Molla İrfan, dedesinin kemiklerini sızlatıyor’
Diğer dedem, babamın babası, Süleymancı adı verilen cemaattendi. Bayram tatillerinden birinde Antalya’ya köye, dedemlerin yanına gittiğimizde bayram namazı için evin yakınındaki camiye değil de daha uzak olan bir ‘talebe yurdu’nun çatısındaki mescide götürüldüğümde haberdar olmuştum bu cemaatten. 8-9 yaşımdayken bile tuhaf gelmişti bu durum bana ve babam gibi ben de uzak durdum Hacı Süllü dedemin arkadaşlarından. Yıllar sonra Aladağ’daki yurt yangını haberini verirken ekranda söylediğim sözler rahmetlinin bazı arkadaşlarını rahatsız etmiş, ‘Molla İrfan, dedesinin kemiklerini sızlatıyor’ diye mesaj atmışlardı babama. Dedem iyi insandı. Hayatta olsa çocukların mecbur bırakıldığı yurtta göz göre göre alevlere teslim edilmiş olmalarına o da benim gibi tepki gösterirdi. Çünkü iyi insan olmak, hangi mahallenin içinde olduğuna bakmadan zor durumda kalanların, haksızlığa uğrayanların yanında olmaktır. Yani ekose ceketli arkadaş, benden sana ekmek yok.

O meşhur Siyaset Meydanı’nda da söylemiş olduğum gibi, ‘bizim gidecek başka vatanımız da yok. Öğretmenlerimizi, aydınlarımızı katletse bile kör karanlık, biz yazmaya, çizmeye, konuşmaya devam edeceğiz.’ Şimdi bunun adına sen istersen ‘kovulmanın ekmeğini yemek’ de ama bil ki bu hayatta kalma yarışı. Haydi anlayacağın gibi söyleyeyim ‘yerli ve milli’ arkadaş: Survivor bizimki Survivor!