Geçtiğimiz günlerde Tarım Kredi Kooperatifleri’ne olan borçlarını ödeyemeyen ve traktörlerine el konulan çiftçilerin şu sözleri ile karşılaştık: “Tüm ülkemizin salgın hastalık nedeniyle evlerine kapandığı dönemde, biz çoluk çocuk tarlalarına giderek canlarımızı hiçe sayıp üretim yaptık. Tarım Kredi Kooperatifleri’nin uyguladığı faiz sistemini, ülkemizde hiçbir banka uygulamıyor. Bunlar tefecilik yapıyorlar. Bütün köy halkı icralık.”

Amasya’nın Kızılca köyündeki çiftçiler, kredilerin faiziyle birlikte ödenemeyecek boyuta gelmesini “tarım tefeci kooperatifi” yazan bir pankartla protesto etti. Köyde üretim yapan bir çiftçi olan Ömer Sarı’nın, Karasaban’a verdiği röportaja göre borçları 250 bin lira ile 2 milyon arasında değişiklik gösteren köylüler, borçların yapılandırılmasını istiyor.

Borçlanmak, kredi ile üretmek, çiftçi için neredeyse geleneksel olduğu iddia edilebilecek kadar olağan bir üretim prosedürü haline gelmiş durumda. Çiftçiler, başta tohum, fide, gübreleme gibi girdi ihtiyaçları olmak üzere ekim, işçilik ve hasat dönemlerindeki gereksinimlerini karşılayabilmek için borçlanmak zorundalar. Bu borçlar, büyük oranda formel yollarla, Tarım Kredi Kooperatifleri’nden ya da bankalardan alınıyor.

Fakat borçlanma süreci, öylesine yüksek bir seviyede ve öyle düzenlenmiş ki çiftçinin borcu kapanmak bilmiyor. Hatta, kapanmak bir yana, Orhan Sarıbal’ın paylaştığı verilere göre 2002 yılında çiftçinin toplam borcu 2.4 milyar lira iken, bugünkü toplam borcu 180 milyar liraya çıkmış durumda. Böylece, tüm bu borçlanma ve borçları ödeyememe durumunun hükümetin tarıma yaklaşımının bir sonucu olduğu berraklaşıyor.

Hükümetin yaklaşımını görebileceğimiz güncel bir gelişme olarak, TBMM’de önceki haftalarda kredi borçlarının yapılandırılmasına ilişkin kabul edilen yasayı hatırlatmakta fayda var. Bu yasada dikkat çeken unsurlardan birisi de, çiftçilerin Tarım Kredi Kooperatifleri’ne borçlu olduğu ifade edilen 12 milyar liranın kapsam dışı tutulmasıydı. Yani, çiftçi yine ve yeniden yalnız bırakılıyordu.

Aslında, pandemi şartları da hesaba katılınca çiftçinin yalnız bırakılması tarıma dair sorunları derinleştirdi. Normal zamanlarda bile çiftçiler, çoğunlukla borç ödeyebilmek için ürünlerini bir an önce satıp, nakit girişi sağlamayı tercih ediyor. Pandemiyle hem maliyeti hem de riskleri artan çiftçiler, nakit girişi için tüccara daha da bağlanıyor. Ürünlerini maliyetin altına satmak zorunda kalıyor.

Derinleşen sorunları; çiftçiyi yalnız bırakan tutumun sonuçlarını, hem tüketiciye hem de üreticiye yansımalarını daha net görmeye başlıyoruz. Vatandaşlar yeterli gıdaya erişemezken, açlık artarken, çiftçi borcunu ödeyemezken, tarım, ekonomik sorunlara çözüm arayışının dışında bırakılıyor. Fakat şirketlere vergi muafiyetleri gibi imtiyazlar atlanmıyor. Yani, salgının yarattığı ekonomik sorunlar yalnızca şirketler için çözülmeye çalışılıyor ve -diğer pek çok alanda olduğu gibi- fatura da emekçilere kesiliyor.

Yoksa, ürününü yok pahasına satmak zorunda kalan çiftçilerin, borçlarını ödemekte güçlük çektiği bilinmiyor mu? Veya bugünkü gibi pandemi koşullarında, çiftçinin, gerek girdi maliyetlerindeki artışlar, gerekse de pazar erişimindeki kısıtlar nedeniyle belki de hiç olmadığı kadar borç yapılandırmasına ihtiyacı olduğu...

Öte yandan, bu süreç, borçlar yapılandırılırken çiftçinin devre dışı bırakılmasının tüccarı korumaktan başka bir anlamı olmadığı ortaya çıkıyor. Elbette, borçlandırmanın altında yatan mantık bunu gerektiriyor. Borçlandırma, çiftçinin piyasaya tabi tutulmasının ve kontrol edilmesinin bir aracı olarak düzenleniyor. Bunun aynı zamanda bir sermaye aktarımı işlevi de gördüğü de açık. Yoksa kredi kooperatifi nasıl her yere yeni bir satış dükkânı açabilsin…