CHP’nin Merkez Türkiye ile megakent Projesini tanıttığı toplantıdan sonra, bu konuyu hemen yazmak istedimse de vazgeçtim. Bursa’daki işçi eylemleri öne geçti. Bir bakıma iyi de oldu; araya zaman girdiğinden konuya daha geniş açılı bakma olanağı buldum.

Öncelikle, sosyal politikayla ilgili hedeflerin dikkat çekmesi ve konuşulmasından sonra, ekonomik açıdan hamle niteliği taşıyan bu proje ile CHP’nin gündem yaratmaya devam ettiğini söylemek gerek. Bu seçim döneminde CHP’nin AKP’yi konuşması yerine AKP’nin CHP’yi konuşma gereğini duymasının, CHP adına olumlu bir seçim stratejisi olduğuna kuşku yok. Ekonomiyle ilgili bu proje de, AKP’de dalgalanma yaratmış görünüyor. Bir yandan “fikirlerinin” çalındığını iddia etmekteler; öte yandan ülkeyi “depo” yaparak nasıl merkez ülke olunacağı sorulmakta. Önemseme ile küçümseme bir arada yani!

Aslında, Türkiye’nin coğrafi konumunun ekonomik açıdan değerlendirilmesi ve ekonomik açıdan bölgesel bir işbirliğine gidilmesi gibi yönleri nedeniyle “merkez ülke” gibi bir çıkışa olumlu yaklaşmak doğru olur; ancak, gerek hayata geçme koşulları ve biçimi, gerek ortaya çıkacak sonuçlar açısından tartışılması gereken çok yanı olduğu kuşkusuz. Kendi adıma, ilk olarak, kendini sosyal demokrat olarak niteleyen CHP’nin küresel kapitalizme iyice eklemlenme çabasını, öngördüğü sosyal hedeflerle benimsediği ekonomik politika arasında artan çelişkiyi önemsediğimi söylemeliyim.

Öte yandan, Türkiye’nin “merkez ülke” konumuna gelmesinin, ekonomik olduğu kadar siyasal, sosyal birçok koşula bağlı olduğu açık; bölgesel dengeleri hesaba katmak gerektiği ortada. Örneğin IŞİD her geçen gün yayılır, Suriye ve Irak neredeyse yok olur, Ortadoğu’yu yeni iç savaşlar ve çatışmalar beklenirken, -Batı Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı sonrasında yaptığı gibi- bölgedeki çatışmaları ve düşmanlıkları “ekonomik ortaklık” içinde eritip, buradan ticari bir entegrasyon çıkarmak Gordion düğümünü çözmeye benzemekte! Bölgenin buna ihtiyacı olduğuna kuşku yok; koşullarsa çok uzak!

Projenin sonuçları açısından da düşündürücü nokta çok! Örneğin lojistik bir merkez ve ticari bir entegrasyonla Türkiye’de -beklendiği gibi- yüzde 6’lık büyüme hızı, kişi başına düşen gelirin 30 bin doların üstüne çıkması, 20 milyon ilave istihdam yaratılması gibi gelişmeler beklemek çok gerçekçi görünmüyor. Denildiği gibi, 58 ülke ve farklı bölgeleri arasında istenen bağlantılar gerçekleşse bile, buradan üretime, üstelik katma değeri yüksek mal ve hizmet üretimine nasıl geçileceği ciddi soru işareti! Ya da gelişmiş ülkelerin ve küresel şirketlerin -bu alanlara yatırım yapsalar bile -katma değeri yüksek üretimin getirisinden vazgeçmek yerine, bugün olduğu gibi katma değerin en büyük payını türlü adlar altında kendilerine transfer ettiklerini görmek lazım. Bizim gibi ülkelere gelirken, kolay vazgeçemeyecekleri “kolaylıklar” olduğunu unutmamak lazım. Bu nedenle, CHP projesinde denildiği gibi, bu projeyle “zenginliğin tabana yayılması“ gibi iddianın nasıl gerçekleşeceği oldukça merak konusu!

Megakent projesi de düşündürücü! Bir zamanlar kırların kalkınmasını esas alan, oralarda yaşam kalitesini yükseltmeyi amaçlayan köykent projeleri vardı; şimdi, onların yerini megakentler aldı! Yine bir zamanlar, “küçük güzeldir” diyenler vardı; şimdi onlar yok oldular; varsa da sesleri duyulmuyor. Oysa bir yandan iklim değişikliği ve ekolojik dengenin bozulması, öte yandan petrolün pahalılaşması nedeniyle dünya gıda krizine doğru giderken, Türkiye’de en üzerinde durulması gereken konunun köylerin boşalması ile tarımın geleceği olması beklenir. Aslında “Yaşanabilir Türkiye” nin, megakentlerden çok, küçük aile işletmelerine dayalı tarımın ihyası ile köylerin ve kırsalın yaşanabilir hale gelmesine ihtiyacı var.

Ne var ki, yeryüzünün sahibi haline gelmiş bir sistem var; para dünyanın bir ucundan ötekine durmadan geziyor, gezdikçe kazancı artmakta; arzuların, iştahların sonu yok, gerçeğinden sanalına her tür hizmet “paraya” amade! Kapitalizmi dizginlemeyi beceremeyen bu dünyada, “daha fazla, daha fazla” çılgınlığı ile “süper, hiper” projelerin kabul görmesinde şaşılacak bir şey de yok!

Sosyal demokrat ideolojinin de, tüm dünyada kapitalizmi dizginlemek gibi iddiayı kaybettiği ortada; aksine, neo-liberalizmle nasıl uyuşurum diye uğraşıyor. Bu uğraşı içinde nirengi noktasını kaçırdığından, neden gerilediğini de anlayamamakta!