Tenha koyun en ucundaki kayanın dibine havlusunu seriyor. Kumsala şöyle bir dokunup alemine çekilen denizin kokusuyla sarılı etrafın, seni göremeyeceği bir yere oturuyorsun. Elbisesini çıkarıp özenle havlunun üzerine koyuyor

Koyun öteki tarafı

HAKAN KARAKAŞOĞLU

Sabah güneşi çıplak ayaklarının ucuna vuruyor ve sen, beklemenin gerginliğiyle parmaklarını hareket ettirip zeminde biçimsiz gölgeler yaratıyorsun. Önceki akşam tanıştığın Ankara'lı genç çiftle beraber, salonun tam ortasındaki ahşap masanın çevresine oturmuş çay içiyorsunuz. Duyduklarından sıkılıyor, pencerenin ardında görünen denizin hareketlerini dalga sesleriyle eşleştirip beklediğini unutmaya çalışıyorsun. Sonra utanıp masaya çeviriyorsun yüzünü, sırf kötü biri gibi olmamak için gülümsüyorsun.

Üst kata açılan ahşap merdivenler gıcırdıyor, kafanı kaldırıyor ve onun ayak bileklerini görüyorsun. Gelişiyor görüntü, tamamlanıyor. Masadakileri yok sayıp oturuşunu dikleştiriyor, tüm dikkatini ona çeviriyorsun.

Size bakmadan açık mutfağa yöneliyor. Sıra sıra dizilmiş malzemelerin arasında kararsız hareketlerle dolanıp domates, zeytin ve beyaz peynirle dolduruyor tabağını. Çay değil bir bardak su alıyor. Masaya doğru yürümeye başlıyor, gözlerini denize çeviriyorsun. Yanından geçerken, "Afiyet olsun." diyor ama sence sadece sana bakıyor, muhtemelen gülümsüyor, büyük bir inançla bunları böyle kabul ediyorsun.

Pencerenin önünde karşılıklı iki koltuk, koltukların ortasında yuvarlak bir sehpa var. Koltuğa oturup kahvaltısını yapmaya başlıyor. Işık düşmüyor sarı saçlarına, yeşil gözlerini parıldatmıyor. Yumuşak gölgeler burnunu, dudaklarını, göğüslerinin arasını belirginleştiriyor ve sen, gördüklerini ağır ağır ezberliyorsun. Kahvaltısı bitiyor, pansiyon çalışanından Türk kahvesi istiyor. Çift hiç susmuyor, yapamadıklarının pişmanlığı seni ayağa kaldırıp onun yanına götürüyor. Karşısındaki kadife koltuğa geçiyorsun. Kafanı hafifçe eğip gülümsüyorsun, karşılık veriyor ama sonra seni yokluğa gönderiyor. Kahvesini üç dikişte bitirip, "Görüşürüz." diyor, umudun insanı öldürebileceğini bilmeden. Hasır çantasını omuzlayıp kalkıyor. Arkasından bakıyorsun; incecik elbisesinin üzerindeki çiçekler her adımıyla beraber yere dökülüp iz oluşturuyor sanki, yapabileceğin bir şey yok, izi takip ediyorsun.

Tenha koyun en ucundaki kayanın dibine havlusunu seriyor. Kumsala şöyle bir dokunup alemine çekilen denizin kokusuyla sarılı etrafın, seni göremeyeceği bir yere oturuyorsun. Elbisesini çıkarıp özenle havlunun üzerine koyuyor. Gözlerine inanamıyor, parmaklarını gayriihtiyari kuma sokuyorsun. Ufak adımlarla bitiriyor sahili, kendini Akdeniz'e atıyor. Yüzmeye başlıyor, uzaklaştıkça için sıkışıyor, kasların geriliyor. "Gitme." demek istiyorsun ama söz nefese dönüşüp seni hayatta tutuyor. Geri dönüyor, fark edilme korkusu ele geçiriyor zihnini, ufku seyrediyor gibi görünmek için bakışlarını donuklaştırıyorsun.

Eşyalarını toparlayıp yola çıkıyor. Islak kuma topuklarını gömerek yürürken ardına takılıyorsun. Dalgalar kızın ayak izlerini tek hareketle belirsizleştiriyor, yetişemiyorsun. Kum bitiyor, taş yola çıkıyorsunuz. Lokantaların yanından geçerken onun kokusu geliyor burnuna, adımlarını yavaşlatıyorsun. Çarşının sonundan sağa dönüp çay bahçesine giriyor. En öndeki masaya oturuyor, çay geliyor önüne, sigarasını garsona yaktırıyor. Arka tarafta bir yere geçiyorsun sen de, ağlarını tamir eden balıkçıları izliyorsunuz birlikte ama o bunun farkında bile değil. Bacak bacak üstüne atmış, terliğini parmaklarının ucuyla tutuyor, yüzünden gülümseme eksik olmuyor. Profilden mi daha güzel yoksa tam karşıdan mı, bir türlü karar veremiyorsun. Aniden kalkıyor, toparlanamıyorsun. Yanından geçerken kafasıyla selam veriyor sana ve bu hareketten yüzlerce anlam çıkarıp büyülenmiş gibi peşine düşüyorsun. Taş yola yeniden çıkıyor ama bu kez istikameti koyun öteki tarafındaki bilinmezliğe doğru. Deniz sağ tarafınızda, solunuzda dağlar var. Yeni uyanıyor insanlar, köpekler ve önceki gece mezeleri çok kaçırmış kediler. Adımlarınız uyuşuyor birbirlerine, mesafeyi koruyorsun. Mutlusun, varacağınız yerde göreceklerini hayal ederken ardından gelen sesle irkiliyorsun.

"Anne."

İki çocuğun ve on iki yıllık kocan sana doğru yürüyorlar. Kocanın üzerinde eski bir tişört, oğlanların elinde salamlı sandviçler var. Omuzların düşüyor. Çocuklar bacaklarına sarılıp sızlanmaya başlıyor, kocan, "Pansiyonda sörf dersi veriyorlarmış." diyor.

Yüzünü vazgeçtiğin yola çeviriyorsun.

Yeniden sahip olabilmek için söylemekten çok utanacağın şeyler verebileceğin gençlik, güzel bir kız olmuş, sol omzunun üzerinden sana bakıp gülümsüyor.

Ve sonra, tıpkı önündeki zaman gibi bilinmeyene doğru ilerliyor.