Wolfang Hertle, 1971-1981 yılları arasında Fransa’nın Larzac bölgesinde gerçekleşen köylü direnişlerini konu edinmiş. Direniş meseleleri, direniş öyküleri her zaman edebiyatı barındırır. Larzac’ta böyle bir çalışma

Koyunların yüceliği: Larzac

Onur Akyıl

Deneyimler çağında her şeyin nasıl bir direniş mekaniğine dönüştüğünü anlamak zor değil. Bu iyi mi, kötü mü bilmiyorum. Mekanik ve başka bir mekanik; insanı es geçen iki kutuplu bir iyilik ve kötülük savaşı. Nadir ama etkili örnekler bu anlamda, ‘iyi’ bir dünya ve ‘iyi’ bir düzen açısından hem nefes almamızı hem de yolumuzu bulmamızı sağlıyor. Dünyanın dört bir yanında doğanın ve doğaya ait olan ilişki biçimlerinin kaotik özgürlüğünde başka deneyimler kuruluyor yaşama ve direnişe dair. Çoğu zaman bu tür şeyleri politik aidiyetler üzerinden okuyup, anılarla mahkûm etme eğilimimiz var. Aslında bu düpedüz arabesk; fakat bu durum dile gelmeye başladığında, tartışıldığında Doğu’nun ve Batı’nın kabuğu birlikte kırılıyor. Demek istediğim, düşünmenin en etkin biçimi eylemek; Larzac örneğinin bize söylediği şey insanların mümkün olduğunca şeyleri, anları deneyimlenmesine olanak sağlamak. Böylelikle teoriler tarafından ezilmeyen bir özgürleşme mümkün gibi görünüyor.

Kaos Yayınları’ndan çıkan Wolfang Hertle imzalı, Osman Murat Ülke çevirisi (Almanca’dan) Larzac, 1971-1981 yılları arasında gerçekleşen, kitaba adını veren Larzac bölgesindeki köylü direnişlerini anlatıyor. Direniş meseleleri, direniş öyküleri her zaman edebiyat barındırır kanımca. Larzac’ta böyle bir çalışma. Fransız Devleti’nin, ordunun talim alanlarını genişletme arzusu, köylülerin yaşama arzusuyla çakıştığında olup bitenler, modern dünyada insan özgürlüğünün doğa haricinde pek de başka bir şeye ihtiyacı olmadığını görmek açısından son derece önemli.

Peki, neye direniyor bu köylüler? Aslında sanayi devriminden sonra, doğa ve doğanın içinde süren yaşam sürekli direniş halinde. Her makine insanı da kapsayan doğayı kuşkusuz yok oluşa sürükledi / sürüklüyor / sürükleyecek. İşte burada devreye devletler ve silahlar da girince, bu sürecin - bir süreçse eğer - daha da içinden çıkılmaz bir hal aldığı ve doğanın yok oluşunu inanılmaz bir biçimde hızlandırdığı hepimizce malum. Fransa’nın tarım ve hayvancılıkla bilinen ve muhafazakâr insanların yaşadığı Larzac bölgesinin kitapta anlatılan hikâyesi de bu yok oluş pratiklerine karşı insanlığın çözüm arayışlarını anlatıyor. İnsanların demiyorum; insanlığın diyorum, çünkü kitabı okuduğunuzda göreceğiniz üzere, bir taraf insanlık diğer taraf yasalar, kurallar ve sahte ihtiyaçların medeniyeti. Bu güne değin hep insanlık ve medeniyet sözcüklerini olumlu anlamlarıyla bağdaştıran düşüncelerle doldurduk zihnimizi. Ama dünya üzerinde yaşanan onca acı deneyim, her iki sözcüğün bir araya geldiklerinde pek de öyle olumlu ışıltılarla hayatlarımızı kuşatmadığını her daim bize gösterdi.

Larzac bölgesinde tarım ve daha çok koyunculukla geçinen insanların, bir gün bölge yakınlarındaki tatbikat alanının genişlemesi ve yaşam alanlarını ele geçirmesine / kapsamasına yönelik bir durumla karşılaşmaları, direniş kavramını şiddetten arındıran bir hikâyenin de yaşam bulmasını sağlıyor. Bu anlamda kitap, sürece dair tüm ayrıntıların etkili bir biçimde ele alınmasıyla ortaya çıkmış… Anlaşılacağı üzere birçok temel karşıtlığın, çözümsüz gibi görünen meselenin, insanların, özellikle tutucu bir bakış açısıyla hayatı yorumlayan sınıfların iktidar karşısında nasıl değişip dönüştüklerine dair müthiş noktalara değiniyor. Kuşkusuz temel dramatik çelişkiler var bu hikâyede de; insanlara onların olan bir şeyi mantıksız ama kesinlik barındıran nedenlerle onların ellerinden alacağınızı söylediğinizde, kırılan bir şey var. Larzac’lıların ve çevrede yaşayanların, tüm uysallıklarının bir anda ortadan kaybolmasını sağlayan bir şey… İktidar talep etmez, demek lazım burada; bizim iktidarın talepleri dediğimiz şeyler bütününün, sadece zamanı geldiğinde öğrenilen birtakım yaptırımlar olduğunu kavramamız, insanın yönetmenin yöntemleriyle ne denli uzak yaşadığını anlamamız açısından da önemli. Larzaclıların bu kitabı okuyan / okuyacak olan insanlara verdikleri temel mesaj, koruman gerekenin ne olduğuna sen karar vermelisin. Bu aslında son derece sert bir mesaj; gerçekten tehlikeli. Çünkü kitap devletin bekası mı yoksa mutlu koyunlar ve onlarla mutlu olan insanlar mı daha önemli ve daha değerli sorusunu insanın yüzüne bir tokat gibi çarpıyor.

Elbette mesele daha derinde, fakat bu saptama dahi yeterince etkili, öyle değil mi? Gerçekle yüzleşme biçimlerini parti, seçim ya da devrim başlıklarının altına sıkıştırdığımızda insanların ilerici bir dönüşüm yaşamadıkları, aksine gericileştikleri bile söylenebilir. Dolayısıyla yaşam alanlarına tecavüzün, her ki tarafından olursa olsun, insanları sayfalarca kitaptan, çözümlemeden, bilmem neden çok daha çabuk harekete geçirdiği açık. Modernliğin kendini dayatamadığı tek yer de burası zaten; insanın ‘insan’ oluşu. Bu havada duran ifadenin tam ve net içeriği bu kitabın içinde işte… Larzac’ı okumaya başladığınızda ilk birkaç bölüm zorlayabilir sizi. Fakat yazar işi en başından ele alarak, kitabın ilerleyen bölümlerinde insanlardaki değişimin altını dolduruyor. Eğer böyle bir yöntem izlemeseydi, kitabın kapağını kapadığınızda duyduğunuz haz eksik bir haz olabilir ve Larzac sizin için bir masala dönebilirdi. O yüzden, kitabın ilk bölümlerini sabırla geçmenizi dilerim.


Sonuç olarak kitap içinden paylaşılabilecek, onunla ilgili bir yazıya katılabilecek birçok enteresan şey olmasına rağmen, bunu yapmamayı tercih ediyorum. Bu ‘büyülü’ dönüşüm serüvenine, bu anlamıyla, hazırlıksız çıkmanız bence önemli bir ayrıntı. Hazırlıksız çıkın ki, düşünme süreçlerinize herhangi bir dış müdahale olmasın. Fakat, belki bir iddia; Larzac hayatınızda ve olaylara bakış açınızda yalnızca sizin ya da ‘sizin hareketinizin’ olmayan başka bir bayrağın dalgalanmasını sağlayacak. Sonra da dalgalanan o bayrağın bir kuş sürüsü olmasının nasıl daha keyif verici olduğunu düşünebilirsiniz, benden söylemesi.