KPSS engeli en az bir yıl götürürdü hayatlarımızdan. Yeni sistemde bunun üzerine bir de mülâkat şartı getirildi

KPSS uçurumu

UMUT YİĞİT / umutyigit@gmail.com

Bu ülkede yaşayan her insan, ideolojik ve politik meselelerin ortasında yaşamaya, bundan on yıl öncesine oranla daha çok alışmış durumdadır. İster yandaş, ister muhalif olsun her kesimden insanın muhabbeti bir süre sonra politik bir uçta toplanır. Kimisi gördüğünü, bildiğini; kimisi duyduğunu, okuduğunu koz tutarak konuşurken bir şekilde sonunda hep haklı çıkma kaygısıyla yapılan kavgalara dönüşür muhabbetler. Kendinizi her muhalifi solcu, her yandaşı da muhafazakâr olmayan çok gürültülü bir açık oturumun ortasında bulabilmeniz her an mümkündür burada. Hiçbir konuda bilgisi olmasa da her konuda söyleyecek olanlar yadırganmaz hâldedir bu ülkede. Çünkü neticede herkes birbirine benzemektedir.

Birbirine benzeyen aileler içinde anne-babalar bir yandan gelenekler ile kültürün devamlılığını muhafaza etmeye çalışırken bir yandan da ekonomik refah alanını genişletmek, konforu yüksek bir yaşam edinebilmek için çabalar dururlar. Hepimiz için evlilik zaruri bir şey olarak görülür. Evlendikten sonra çocuk beklenir. Ancak çocuk gelince aile olunur. Çünkü meyve vermeyen ağaç faydasız görülür. Çocuk büyür okula başlar sonra. Eğitilmek bir birey için zaruridir. Bir ton bilinçdışı bilgi yüklenir beyinlere. Eğitimi öğretimi de bu alanda profesyonel olduğu devlet tarafından onaylanmış insanlara emanet ederiz; öğretmenlere. Öğretmek eyleminin uygulayıcısı olan insanlardır onlar. Öğretmenlerin anneden, babadan daha iyi bildiği esas alınır.

Benim zamanımda kitaplarımızı öğretmenler seçerdi. Neyin doğru olacağına karar verme inisiyatifi onlarda olurdu. Her öğretmen bildiği ve inandığı doğrular üzerinden eğitim öğretim yapardı. Sonra kitaplar ücretsiz oldu. Devlet eliyle tek tip kitaplar okutulmaya, muktedirin ideolojik tavrı neyi gerektiriyorsa o dayatılmaya başlandı. Bir taraftan kitapların ücretsiz olması iyiye yorulacak bir şeydi ama diğer taraftan da bir manipülasyon aygıtına dönüştürüldü kitaplar. Tüm bunların yaşandığı zamanlar çok uzak değildi ve bu süreçte ortalama 12 yıllık bir eğitim, öğretim hayatı olan çocukların her biri en az üçte birlik zamanlarını yeni eğitim modellerinin pilot uygulamalarında kobay olarak geçirdi. Hayatın her anı oldukça değerliyken okulları deney laboratuvarına dönüştürmekten gocunmadılar işte. Sormaya devam etsek, sesimizi yükseltsek bu konuya da cevap olarak “Eğitim sistemi konusunda da kandırıldık,” minvalinde cevaplar gelebilir bugünlerde.

Bu kararsız hâl, hükümetler için de hep geçerli oldu. Kabineler her an değişebilme potansiyeli taşıdı. Bu ülkede bakanlık atamaları, askerde nasıl işletme mezununa tost makinesi emanet edilirse öyle yapıldı. Kabinede eğitimci vasfı taşıyan kimse olmadığından olsa gerek asıl mesleği Denizcilik İşletmeciliği olan eski Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Milli Eğitim Bakanı olarak çıktı karşımıza.

Geçtiğimiz hafta yapılan KPSS sonrası öğretmen atamalarına ilişkin mülâkat tartışmaları yaşandı. Öğretmenlerin iş bulabilmesi için eğitim fakültesini bitirmeleri yeterli değildi burada. KPSS engeli en az bir yıl götürürdü hayatlarımızdan. Yeni sistemde bunun üzerine bir de mülâkat şartı getirildi. Yani KPSS, mülâkata girebilmek için bir araç oldu sadece. Bu uygulamanın herhangi başka bir ülkede yapıldığını duysak elbette işin adaletinden bu kadar şüphe etmeyiz ama yaşadığımız topraklarda bunun hakkaniyetini sorgulamak bizim rutinimiz hâline geldi artık. Çok geçmeden beklediğimiz oldu. Önce mülakatlarda haksız puanların verildiğine dair söylentiler çıktı ortaya sonra da “Reis kimdir?” diye soru sorulduğu dedikoduları yayılmaya başladı.

Bakan Yılmaz çok sinirlendi, hepimizi azarladı kameralar aracılığıyla. Mülâkatların hakkaniyetli olduğunu, doğru sistemin bu olduğunu açıkladı. Bakanın taca attığı top bir yana dursun, öğretmenlikten bir haber olan İsmet Yılmaz’ın yönettiği bakanlığın atadığı mülâkat heyetlerinin bir öğretmeni ne derece doğru değerlendirebilecek vasıfa sahip olduğu da tartışılabilir hâle geldi.

Tabii ki İsmet Yılmaz’ın yükselen sesi, işin gerçeğini bastırmaya yetmiyordu. Her zaman olduğu gibi koltuk kaygısıyla yapılan keyfi uygulamaların kaosundan onlar etkilenmeyecekti. Kendi yarattığı kaosun bedelini her alanda yine halkına ödetmekten utanmayanların bu seferki icraatı şöyle işliyor. Aday öğretmen mülâkat salonuna giriyor, üç kişilik jürinin bulunduğu masaya serilmiş zarflardan birini rastgele seçmesi isteniyor. Zarfın içinden birisi genel kültür, birisi de eğitim kuramıyla ilgili iki soru çıkıyor. Elbette bu sorularda “Reis kimdir?” diye sorulmuyor. Önce adayla ilgili ön bilgi toplanıyor. Özgeçmiş sorulurken nereli olduğu da önemli bir husus. Dersimli ya da Diyarbakırlı bir adayın ailesinin geçmişi de söz konusu oluyor. Birleşmiş Milletlerin yapısına dair sorulan bir sorunun cevabının peşine “Dünya beşten büyüktür sözünü kim söylemiştir” sorusu eklenebiliyor. “15 Temmuz akşamı ne yaptın?”, “Bir darbe filmi çekseydin hangi tarafta olurdun?”, “Başkanlık sistemi hakkında ne düşünüyorsun?”, “IŞİD mi PKK mı daha tehlikeli?” gibi sorular denetimsiz, kayıtsız mülâkat anlarında normalleşiyor. Yani aslında mülâkat denilen şey yasal bir fişleme seansı hâlini alıyor. Egemen ideolojinin safında olmayanların ötekiler kadrosu her gün biraz daha büyüyor. Daha da güçlenme arzusuyla halkının sırtından kırbacı eksik etmeyen mafya devleti her gün biraz daha kindarlaşıyor. Kaos duvarları yükseldikçe, uçurumlar genişliyor. Bugün aradaki uçuruma sebep olanlar elbette aynı uçurumdan aşağı yuvarlanacak. Hiçbir gelecek bir ötekinin yazdığı kadere mahkûm olmayacak.