Evet, geldik bu seneye, yani 53. Antalya Film Festivali’ne, pardon 3. Elif Dağdeviren Film Festivali’ne… Bu arada ‘Altın Portakal’, sizlere ömür, adını çıkarttılar, altın sarısı heykeli karartılar, memeleri kapattılar

Kraliçe çıplak ya da “Portakal”, hoşça kal!

ALPER TURGUT / @AlperTurgut01

Şimdi efendim, şu biricik ömrümüz, haksızlıklarla mücadeleyle geçti, geçecek. Tereddüt yok, baskıya, zora boyun eğmek, dayatılanı kabul etmek yok! Ülkemizin çöl muadili siyasi iklimi, sanat ve kültür cephesini de aşındıracak, canımız ciğerimiz sinema da haliyle bu erozyondan nasibini alacaktı, hiç kuşkusuz. Hal böyleyken, memleketin en eski ve köklü film festivali dediğimiz, hakkını her platformda teslim ettiğimiz Uluslararası Antalya Film Festivali’nin, üç senedir tuhaf işler, garip seçimler, fantastik tepkiler ile bilinmez bir mecraya doğru sürüklendiğini görmeyecek değiliz. Bakınız, dost acı söyler, hep böbürlenmeler, üstüne tripler, boş başak tipi diklenmeler, ayrımcılık soslu etiketler ile karşılık bulsak da, üstüne basa basa doğru bildiğimizi söylemeye devam edeceğiz.

Gözüme ilişen bir iki magazin haberi dışında, hakkında pek bilgi sahibi olmadığım Elif Dağdeviren’in, festivalin direktörlüğüne getirilmesiyle, benim senelerdir devam eden Altın Portakal maceram, anında bir başka boyuta geçmiş oldu. Aslında meseleleri kişiselleştirmeyi hiç sevmem, lakin istisnai hale getirilince de, eyvallah diyecek mecalimiz ve halimiz de yok, bu da bilinsin. Sinema sevdamız kesintiye uğratılınca, beyazperde serüvenimiz yarıda kalınca, gururla taşıdığımız ‘muhalif’ kimliğimiz dışında, huylanmalarına, huysuzlanmalarına yol açacak başka, bambaşka bir vesile, gelmiyor işte insanın aklına… Hani biz seni beğenmedik gardaşım, kaşın şöyle, gözün böyle, boyun şu, kilon bu diyecek halleri yoktur sanırım. İşte ıkına sıkına da değil, bildiğin direkt dediler, sekiz gün sürecek bizim festival, baştan veya sondan seç dört gün. Festivali kapatıp, yerine lokanta mı açtınız? Harbiden çorba mı bu? Bana az çek, dostuma tam. Veya milli piyango bileti mi? Ben çeyrek alayım, yarım kaldı mı, tam var mı? Yahu arkadaş, bir eleştirmen, bir sinema yazarı, tüm festivale yayılan filmlerden, özellikle de yarışanlardan, şunları seçeyim, bunları es geçeyim, onu mutlaka izlemeliyim, ötekini seyretmesem de olur diyebilir mi? Bu hem insanın kendine, hem de film ekiplerine ayıp olmaz mı? Üstelik bazı eleştirmen arkadaşlar tam gün çağırılıp, diğerleri ya çağırılmaz, ya da illa dört gün baskısına yönlendirilir mi? Elbette karşı çıktım, adaletsizlik ve haksızlığın olduğu yerde yokum dedim.

Ve sansür meselesi, tüm festivalleri vurdu, buna karşın alacağım tavırdan, duracağım yerden, sorgu sual olmazdı. Sansüre karşı metne, elbette attım imzamı, seve seve, göğsüme gere gere… Neyse 51. Festival böyle abuk subuk geçti. Bu arada hayat sürüyor ha, sakın bana pişman ettik diye gelmeyin, asla değilim, burnumuz sürtülmez evelallah, sonra geldik 52.’ye… Bağzı (bazı) meslektaşlarım, sensiz olmuyor, hadi inat etme, ulaş festivalcilere dedi, onları kıramadım, akreditasyon metnini doldurdum. Kin, öfke, nefret basamaklarını tırmanacak durum yok ya, kabul olursa, gider görürüm, neler oluyor oralarda diye? Aksi takdirde, meşgale bulur, takılırız işte. Hopppppp, bir mesaj, bir telefon, biletinizi alın, kalacak yer bulun, biz size sinemaya giriş kartı veririz. Canım benim ya, lütfettiniz. Özetle diyorlar ki, gelme sen, sonra istemediğimiz bir yazı yazarsın filan. Herkes karşılasa festival giderlerini hay hay, başkasına misafir ol gel bana, börekler açayım sana, bana tamba tumba esmer bomba, yine mi geldin, fikrimi çeldin hesabı… Özetle; haksızlığın ve hadsizliğin ikinci senesi bitmiş oldu, nihayet. İyi ki bu direktör dedikleri şey, diktatör gibi bir şey değil, yoksa halimiz nice olurdu?

Evet, geldik bu seneye, yani 53. Antalya Film Festivali’ne, pardon 3. Elif Dağdeviren Film Festivali’ne… Bu arada ‘Altın Portakal’, sizlere ömür, adını çıkarttılar, altın sarısı heykeli karartılar, memeleri kapattılar. Antalya’da dikilen bir Venüs heykeli, cıbıldak bulunduğu için yakılmıştı. Heykellerle problemimiz tam gaz sürüyor, sanattan anladığımız bir ebru, bir de hat, o kadar. Gerisi günah, gerisi yasak… Teyyy tey. Bu sene de arkadaşlar sağ olsunlar, benim için uğraştılar, lakin kapılar sürgülenmiş, sanırım beni sevmiyorlar, çünkü festival ekibinden bir arkadaş, vakti zamanında bana, senin kaleminden kan damlıyor demişti. İşine bak, ben reklamcı veya PR’cı değilim, eleştirmenim, iyiye iyi, kötüye kötü demek, beni okuyanlara karşı sorumluluğum. Sonra öğrendim, vasat filmi çeken yönetmen dostuymuş. Yani al gülüm, ver gülüm, al takke, ver külah. Yani dar alanda kısa paslaşmalar, memleketin festival gerçeği, gerisi laf-ı güzaf.

Evet, buraya kadar belki sıkıldınız, lakin özeli, genele bağlamaya niyetliyim, azıcık daha sabrediverin. Hem koca Antalya burası, Çatladıkapı Muhtarlığı mı canım? Hah! Bir insanın, hem festival direktörü olup, hem de film yapımcısı olması, ne kadar doğru ve etiktir? Üstelik bu filmin (İftarlık Gazoz) zarar ettiği söyleniyor, esnaftan, kamera arkası ekibine dek, birçok kişi alacaklarını istiyor ve bunu dillendiriyorsa, her mecrada… Dedik ya, burası Türkiye, tuhafiye dükkânı gibi olmuş memleket. Ötesinde, halk, film gösterimlerine gelmez olmuş, seküler amcalar, Kemalist teyzeler, doldururdu festival salonlarını, filmden sonra yapılan toplantılara katılır, sorular sorar, yanıtlar ararlardı. Arkadaşlar, salonların boş olduğunu söylüyorlar. Sonra her yarışma filminin ardından, bir eleştirmen, moderatör olur, yönlendirirdi soruları. Şimdi her şey, Elif Dağdeviren olmuş, her yerde, her şeyde o. Tıpkı Gümüşhane Üniversitesi rektörü gibi, maşallah her dekanlığın vekili. Ben, şahsen, bizzat, kendim festivali olmuş, en uzun soluklu film festivali, mevzu acıklıdır, yazıktır, günahtır. Hangi gazeteyi açsam bir Elif Dağdeviren söyleşisi, ben, yine ben, hep ben, ben demiştim değil mi? Kaç tane oldu, valla sayamadım, 30, 40, 50? Söyleşiyi yap, festival biletini kap, sakın ha eleştirme, beni öv, beni sev, beni şımart. Harbiden dünyaca ünlü festivallerin direktörleri kimlerdir, bilen var mı? Ben cahil kalmışım bu konuda, kuşkusuz. Evet, genele nasıl bağlayacaksın? Festivalin hali böyle, peki sinemamız? Yapım, dağıtım, sinema salonları yakında tümden Korelilerin eline geçecek, her şey tükendi, deniz bitti, satılmadık bir kültür ve sanat kalmıştı, artık o da kalmadı.