Saray ve AKP iktidarı Erdoğan’ın ‘Bu hareket Allah’ın bize büyük bir lütfudur’ dediği darbe girişimini fırsata dönüştürerek kendi sivil darbesinin gerekçesi yaptı

Kravatlı Darbe: ‘Allah’ın büyük lütfu’ OHAL

NURCAN GÖKDEMİR nurcangokdemir@birgun.net @nurcangokdemir

20 Temmuz… 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişiminin ardından ülkenin içine sürüklendiği karanlığın gerçek miladı… Darbe gecesi Marmaris’ten İstanbul’a gelen Erdoğan’ın şu sözleri bundan sonra yaşanacakların ilk işaret fişeği oldu: Bu hareket, Allah’ın bize büyük bir lütfudur. “YAŞ sırasında orduda önemli temizlik yapacaktık, şimdi daha kapsamlı yapacağız” diye açıklanmaya çalışılan Erdoğan’ın bu sevinçli halinin nedeni, bir yıl boyunca süren operasyonların esas hedef gibi gösterilen “FETÖ’cüler”i aşıp tüm muhalif kesimlere yönelmesi ile anlaşıldı. Erdoğan bir yıllık süreçte, eski ortağından kurtulduğu gibi iktidara muhalif kesimleri de baskı altına aldı, cezalandırdı. Üstelik bu kaotik ortamda en büyük hayali, başkanlık için de önemli bir fırsat yakaladı.

Geride kalan bir yılda, başarısız askeri darbe girişiminin sonuçlarından yararlanan sivil iktidar kendi darbesini hızla ve kolaylıkla gerçekleştirdi. “FETÖ ile mücadele” bahanesiyle Erdoğan otokrasisinin nasıl kurumlaştığını, ülkede yeni bir rejimin nasıl inşa edildiğini, siyasetçi, siyaset bilimci, hukukçu, insan hakları örgütü temsilcileri ile konuşurken, yaşamı dinci, gerici yapılanma ile hiçbir şekilde kesişmeyen, hatta AKP-FETÖ koalisyonunun zararını gördüğü halde tasfiye edilen “mağdurlar”ı da dinledik. “Bir yılda neler oldu?” anımsayarak başlayalım…

20 Temmuz’da yeni rejimin adı kondu
Darbe girişiminin üzerinden beş gün geçtikten sonra Erdoğan, Milli Güvenlik Kurulu ve Bakanlar Kurulu’nu topladı. Ardından medyanın karşısına çıkan Erdoğan, yeni rejimin adını koydu: OHAL.

19 Temmuz 1987’de Doğu ve Güneydoğu’da uygulanmaya başlanan OHAL’i 30 Kasım 2002’de kaldırmakla övünen AKP, 14 yıl sonra OHAL’i geri getirmekle kalmadı tüm ülkeye yaygınlaştırdı.

Ülkeyi Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) yönetebilme yetkisini alan iktidar, zaman kaybetmeden ilk KHK’sini yayımladı. Erdoğan’ın sözleriyle “demokrasiye, hukuk devletine, vatandaşların hak ve özgürlüklerine yönelik tehdidi ortadan kaldırmak” için ilan edilen OHAL’in gerçek yüzü daha ilk KHK ile ortaya çıktı.

23 Temmuz 2016’da yayımlanan 667 Sayılı ilk KHK ile gözaltı süresi 30 güne çıkartılırken, görevden alınan kamu görevlilerine yeniden kamuda çalışma kapısı kapatıldı.

Olağanlaşan OHAL
19 Ekim’de sona erecek OHAL, 19 Ocak 2017’ye kadar uzatıldı. AKP-MHP ortaklığı ile alınan uzatma kararı Türkiye’yi, tarihinin en önemli oylamalarından biri olan 16 Nisan Referandumu’na OHAL şartlarında taşıdı. Eşitsiz ve baskı altındaki kampanya sonunda YSK’nin tartışmalı kararının da yardımıyla Erdoğan’a başkanlık yolu açıldı. Referandum sona erdi ancak ülkeyi KHK’lerle yönetmeye alışan AKP, OHAL’i 19 Temmuz’a kadar sürdürecek bir uzatma kararı daha aldı.

“Olağanlaşan olağanüstü hal rejimi”nin açtığı yolda KHK’lerle zaten kullanılamaz durumda olan temel hak ve özgürlükler iyice kısıtlandı, “FETÖ’cü avı” gerekçesiyle bu yapılanma ile ilgisi olmayan binlerce kamu çalışanı ihraç edildi. Cezaevleri dolup taşarken, denetimli serbestlik ve ev hapisleri ile de ülke yarı açık cezaevine döndü.

Kolaylaştırıcı AYM
AKP’nin ülkeyi keyfi bir şekilde yönetmesini sağlayan KHK’lerin hukukiliği tartışmaları Anayasa Mahkemesi önüne taşındı. CHP’nin KHK’lerin, OHAL’in gerektirdiği koşulları ve süreyi aşan düzenlemeler içerdiği gerekçesiyle iptali istemini AYM, eski içtihatlarını unutarak, “OHAL KHK’lerini inceleme yetkimiz yok” cevabı ile geri çevirdi.

Hükümet, 26 KHK ile parlamenter rejimi tamamen devre dışı bırakarak ülkeyi yönetti. 2019’u beklemeden Meclis’i yetkisizleştirerek Başkanlık rejimini fiilen ülkeye hakim kılmada Erdoğan’ın işini kolaylaştırdı.

Rakamlarla 20 Temmuz
20 Temmuz sonrası döneme ilişkin hükümet, siyasi partiler ve demokratik kitle örgütlerinin bilançoları birbirini tutmamakla birlikte ortaya çıkan tablonun ağırlığı tartışmasız. Hükümetten yapılan açıklamaya göre, 111 bin 240 kişi kamu görevinden ihraç edildi, 32 bin 180 kişi uzaklaştırıldı.

CHP Milletvekili Şenal Sarıhan’ın derlemelerine göre ise 129 bin 285 kamu çalışanı hakkında işlem yapıldı, ihraç edilenlerden 12 bin 678’inin göreve iadesi ile ihraç sayısı 115 bin 610 oldu.

En fazla ihraç 33 bin 86 kişi ile Milli Eğitim Bakanlığı’nda yaşanırken 24 bin 544 kişi Emniyet’ten, 7 bin 805 kişi Genelkurmay’dan, 6 bin 649 kişi Sağlık Bakanlığı’ndan, 5 bin 873 kişi Adalet, 3 bin 300 kişi Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan, 2 bin 867 kişi Jandarma Genel Komutanlığı’ndan, 2 bin 259 kişi belediyeler ve il özel idarelerinden, bin 329 kişi Maliye’den, bin 979 kişi Diyanet’ten, bin 472 kişi de YÖK’ten ihraç edildi.

“Barış İçin Akademisyenler” bildirisi bahane edilerek, üniversitelerde büyük bir operasyon yürütüldü ve aralarında 372 imzacı ismin de bulunduğu 5 bin 247 akademisyen ihraç edildi. İhraçlar, sözleşme yenilememe ve üniversite kapatmalar sonucu 8 bin 427 akademisyen işsiz kaldı. 140 bin kişinin pasaportları iptal edildi.

Yargıdaki operasyonlar, yargıç ve savcıların üçte birine yakınının ihracı ile sonuçlandı. 4 bin 92 hakim ve savcı ihraç edildi. 2 bin 492 hakim ve savcı, 104 Yargıtay, 41 Danıştay, iki Sayıştay, üç HSK üyesi de tutuklandı.

FETÖ ile ilişkili olduğu iddiasıyla bin 61 öğretim kurumu, 223 kurs ve etüd merkezi, bin 125 dernek, 129 vakıf ve 19 sendika kapatıldı. Aralarındaki insan hakları ve çocuk hakları alanında çalışanlarla kültür merkezleri, operasyonun hedefinin salt FETÖ olmadığını bir kez daha gösterdi.

Bu travmatik dönemde emniyet mensupları ile öğretmenlerin çoğunlukta olduğu en az 37 kişi intihar etti.

Erdoğan iktidarının ekonomik tahkimatı da KHK’lerle sağlandı. “Alternatif Hazine” olarak yapılandırılan Türkiye Varlık Fonu’na kamu kaynakları aktarıldı. 43 ildeki el konulan 965 şirketteki kayyumların yetkileri Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredildi. TMSF, şirketlerin yanı sıra 107 kişinin de mal varlıklarına kayyum oldu.

Basın ve ifade özgürlüğüne saldırı
OHAL döneminde saldırının yöneldiği kesimlerden biri de medya oldu. FETÖ ile bağlantılı olduğu bilinen yayın organlarının yanı sıra havuz medyası dışında kalan çok sayıda muhalif yayın organı kapatıldı, gazeteciler cezaevine konuldu. Aralarında BirGün Gazetesi çalışanı Mahir Kanaat’ın da bulunduğu 167 gazeteci tutuklandı, 3 bine yakın gazeteci işsiz kaldı. TGS’nin verilerine göre, 40 yayınevi, 5 ajans, 56 gazete, 22 dergi, 31 radyo ve 32 televizyon kanalı kapatıldı.

Siyasi operasyon
OHAL’in hedeflerinden biri de HDP ve DBP oldu. Terör bahanesiyle 82 belediyeye kayyum atanırken 85 belediye eşbaşkanı, 800 dolayında il ve ilçe başkanı cezaevine konuldu. Aralarında HDP eş genel başkanlarının da bulunduğu 11 milletvekilinin tutuklandı.

Adalet Yürüyüşü
Tutuklamalardan CHP de nasibini aldı. CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun MİT’e ait silah yüklü TIR’ların durdurulmasıyla ilgili görüntüleri Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği iddiasıyla 25 yıl hapis cezasına çarptırılması büyük bir sivil direnişin fitilini ateşledi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Karşı çıkmazsam bu koltukta oturamam” sözleriyle başlattığı Ankara-İstanbul Yürüyüşü’ne, her kesimden 20 Temmuz mağduru yüz binlerce insan katıldı. Herkesin kendi “Adalet”ini aradığı yürüyüş 1 milyonun üstündeki yurttaşın katıldığı İstanbul Maltepe’deki Adalet Mitingi ile sona erdi.

Açlık grevindeki eğitimciler
Kamudan ihraçlar, direnişleri de beraberinde getirdi. Ülkenin bir çok yerinde sürdürülen direnişlerin simgesi Ankara’daki Yüksel Caddesi’nde açlık grevine başlayan eğitimciler Nuriye Gülmen ile Semih Özakça oldu. Açlık grevinin 76’ncı gününde tutuklanarak cezaevine konulan iki eğitimcinin direnişi demir parmaklıklar arkasında sürüyor.

Batı’dan tepki
Muhaliflere yönelen antidemokratik uygulamalar Batı ülkelerinin de tepkisini çekti. Uluslararası Af Örgütü, OHAL’in hukuk dışılığına dikkati çekerken AKPM de Türkiye’yi yeniden denetim sürecine aldı. Büyükada’da bir otelde toplantı yaparken gözaltına alınan aralarında ve Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser’in de bulunduğu altı insan hakları savunucusu tutuklandı.

***

SİVİL ÖLÜME MAHKUMUM

kravatli-darbe-allah-in-buyuk-lutfu-ohal-323052-1.

Hüseyin Şimşek

Gezi Direnişi’nin yıldönümü etkinliğine katıldığı için hakkında soruşturma açılan ve ihraç edilen hakim Tuncay Elarslan:
Urfa’da hakim olarak görev yaptığım sırada lojmanlarda kalıyorduk. Eşim ve üç yaşında bir de kız çocuğum var. İhraç edildikten hemen sonra lojmanlardan apar topar çıkartıldık. Eşim metin yazarlığı yapıyor ancak o da bu dönemi işsiz geçirdi. Herhangi bir gelirim yok. Kendime ait bir arabam vardı. İhraç edildiğim dönem bu araca tedbir konulmuştu. Tedbirin kaldırılmasının ardından satmak zorunda kaldım.

Ankara Polatlı’da yaşayan eşimin annesinin yanına taşındık. Ayrıca yargılanıyorum. Gezi Direnişi’ne yönelik bir basın açıklamasına katıldığım için hakimlik yaptığım dönemde hakkımda açılmış bir soruşturma dışında başka hiçbir soruşturmam yok. Cemaat ile uzak yakın hiçbir ilişkim bulunmamasına rağmen bu hale getirildik. HSYK kararı ile ihraç edildikten sonra bir de gözaltına alındım. Adalet Bakanlığı’nın engellemeleri nedeniyle ne avukatlık yapabiliyorum ne de bir avukatın yanında çalışabiliyorum. Denetimli serbestlik kapsamındayım ve sık sık emniyete gidip imza atmak zorundayım. Tüm bunları düşündüğümüzde dışarıda iken ölmemiz bekleniyor. İşveren de korkuyor. Yasa dışı bir iş yapıyormuş gibi hissettiriyor çalışmak. Muhtaç duruma düştük. Sivil ölüme mahkum edildik. Şimdi işin hukuksal boyutu var. Bir an önce iç hukuk yollarını tüketip AİHM’e başvurmak istiyorum. Fakat öyle gözüküyor ki en az beş yıllık bir süreç bizi bekliyor.

***

AŞILACAK BUNLAR

kravatli-darbe-allah-in-buyuk-lutfu-ohal-323053-1.

Burcu Cansu

Birinci yılını dolduran OHAL rejiminde yaşanan hak ihlallerini Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Sekreteri Metin Bakkalcı ile konuştuk.

»12 Eylül’ü de yaşadınız, 15 Temmuz ve OHAL sonrası yaşananlara da tanıklık ettiniz. Bu yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
12 Eylül ile bu dönem arasında şöyle bir şey var: 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden hemen sonra 20 Temmuz’da OHAL ilan edildi. Ama ülkede fiili bir olağanüstü durum zaten yaşanmaktaydı. Özellikle Temmuz 2015 sonrası yeniden başlayan çatışmalar ortamıyla bu ülkede kentler, köyler yakıldı, insanlar yaşamını yitirdi. Fiilen bir OHAL yaşıyorduk. Cumhuriyet tarihi diye nitelenen 94 yıllık tarihin 42 yılı resmi olarak ilan edilmiş OHAL rejimleri ile geçmiştir. Bu kahredici bir durumdur. Türkiye’de OHAL denen şey, 1983’de çıkan kanundur. Askeri darbe zihniyetinin sürdürülmesi için OHAL Kanunu çıkarılmıştır. Her türlü keyfiyetin önü açılmıştır. OHAL’de mevcut iktidar, istediğini yapabilme “yetkisini” almıştır.

Bunu o dönemden formüle ettiler. Yani12 Eylül Askeri Darbesi’nin fiilen yaptıklarını, ihtiyaç duyulduğunda sivillerin yapabilmesinin önü açıldı. İktidar, OHAL’i tercih etti. Hatta bir adım daha öne çıktılar. OHAL Kanunu’nu katmer katmer aştılar. 23 Temmuz’dan başlayarak 26 KHK adı altında yazılı doküman çıktı, kararname sözcügünü bile buna yakıştırmak uygun değil. Her şeyi yazabiliyorlar. Askeri darbe girişimi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bütün kurumlar için hem de. Bütün geleceği bağlayan bir takım kendi ifadeleri ile “icaraatlar” için düzenlemeler yaptılar.

»KHK ile insanları işinden etmek, kurumları kapatmak, insanları baskı altında tutmak... Bu durum sürdürülebilir mi?
Bunlar sürdürülemez. Bu böyle gitmeyecek hiç kuşku yok. Bu süreci hukuk ve adalet denen meselenin tahrip edildiği bir dönem olarak nitelendiriyoruz.

»Bu süreçte ortaya çıkan “sivil ölüm” kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İhraçlarla sadece kişiler üzerinde değil, onun çocuğunun diğer çocuklar tarafından izole edilmesini dahi sağlayacak bir ortam yaratıldı. Yakın akrabaları ile görüşmeleri hatta isimlerinin bile anılması konusunda imtina edildiği kahredici durumlar yaratıldı. O çocuklar büyüyecekler iki nesil sonra yetişkin olacaklar. Bu nedenle de sivil ölüm kavramı ortaya çıktı. Türkiye’de yaşanan bir başka trajedi de bu sivil ölüme itiraz eden insanların kendilerini ifade edecekleri başka ortam kalmadığı için açlık grevleri yapmasıdır. Nuriye ve Semih’in istediği ölüm değil, amaçları bu sivil ölüme itirazdır.

»Bir yandan da biat kültürü büyütülmedi mi?
Bütün toplumda bana da gelebilir duygusu yaşatılmaya çalışıyor. İtirazın sönümlenmesi, korku atmosferinin yaygınlaştırılması, biat kültürünün daha da tahkim edilmesi bekleniyor. Doğal olarak insanın her evrede toplum olma özelliklerinin bütünüyle inkarı anlamına geldiği için bu durum sürdürülemez. Bu en kısa zamanda sonlanacak bir şey. Sonlanma meselesi hepimizle ilgili. Aşacağız bunları…

»Bu süreçte TİHV’e yapılan başvurular oldu mu?
2016’da 487 başvuru 2017’nin ilk altı ayında 316 başvuru oldu. Doğrudan işkence gören insanlarla temas eden avukatlar, hekimler, yakınlar bu ülkede olağanüstü bir kötü muamelenin ve işkencenin olduğunu ortaya koyuyor. Buna ragmen bize gelen çok az...

»Bundan sonrası için ne öngörüyorsunuz?
80 öncesinde değerli bir birikim vardı ve 12 Eylül askeri darbesi büyük bir şiddet uyguladı. Ama bu birikimi gölgelemedi. 2017 Nevruz’da alanın binlerle dolması, referandum süreci, Adalet Yürüyüşü’ne binlerin katılması... İnsanların sesi çıkmıyor görünebilir ama bunu yok edemezsiniz. Bunu engelleyemeyecekler. Şiddet, korku atmosferi aşılacak. Bu ülkede çok ciddi bir birikim var. Korkuyla beraber yürümenin yolu bulunacak. Birlikte iyi olacağız.

>Yarın: Prof.Dr. Galip Yalman, Kapatılan Gündem Çocuk Derneği Kurucusu Ezgi Koman, İhraç edilen 10 Ekim yaralısı İbrahim Işıktaş.