“Kripto-FETÖcü”ler, “Ağlama Duvarı” AKP ve Osmanlı nostaljisi

Darbe girişiminden üç gün sonra, 18 Temmuz’da, yine bu sayfada önümüzdeki dönemle ilgili bazı kaygılarımı paylaşmıştım: “Yıllardır Erdoğan meydanlarda çok zaferler kazandı, diyordum; fakat her zaferi ülkeyi daha da kutuplaştırıcı, gerginliği daha da artırıcı yönde kullandı. Ve kendisi de demokratik güçlerden her gün biraz daha uzaklaştı. Sonunda vardığı noktada da yanında Parti’yi birlikte kurdukları arkadaşları bile kalmadı. Bu durumda soru şu: Erdoğan bu son zaferini nasıl kullanacak? Darbeyi önlemekte belki AKP militanlarından da etkili olan muhalefet ve basın önderleriyle gerçekten demokratik bir platformda uzlaşma yolları mı arayacak? Yoksa ‘hak bellediği’ eski hırçın ve kavgacı çizgisinde ısrar mı edecek?”

O sırada kamu hizmetlerinde açığa alınanların sayısı iki üç bini geçmiyordu. Sonra sayı hızla arttı; yetmiş binleri, seksen binleri geçti. Türkiye İhracatçılar Meclisi üyelerine yaptığı konuşmada ise, Erdoğan, açığa alınanların sayısının, gerekirse yüz bini, iki yüz bini bulacağını söylüyordu.

•••

Geçen gün Cumhurbaşkanı’nın valilere hitaben yaptığı konuşmayı dinlerken bu yazdıklarımı anımsadım. Yüz bine yakın kamu görevlisi açığa alındıktan sonra varılan noktada, Erdoğan, FETÖ’nün sadece Türkiye’yi değil bütün dünyayı tehdit eden bir tehlike olduğunu söylüyordu. Açıklamalarına göre bu terör örgütü 170 ülkede geleceğin yöneticilerini yetiştiren okullar kurarak bu ülkelerin yönetimini de ele geçirmek istiyordu. Bunun için de dünya çapında örgütlenmişti. En başta “kâinat imamı” vardı; onu “kıtalar imamları” izliyor, daha sonra da “ülke imamları” ve her ülkede de “meslek grubu imamları” geliyordu. “Dost ve müttefik” ülkelerin göremedikleri tehlike buydu.

Tam da bu günlerde ABD yetkililerine FETÖ’yü anlatmak için giden Türk heyetini düşündüm. Herhalde onlar da böyle evrensel bir tablo çizeceklerdi? Zaten heyet başkanı yolculuğa “bu terör örgütü Zika virüsünden daha tehlikeli” diyerek başlamıştı.

•••

Belli ki bu yol sağlıklı bir yol değildir. Tehlikeyi bu boyutlarda koyarsanız, onunla etkili bir şekilde mücadele olanaklarını da elinizden almış olursunuz. Bir yandan “Dünya beşten büyüktür” deyip, öte yandan da FETÖ ile ilgili “kâinat” boyutlarında bir tablo çizerseniz kimseyi inandıramazsınız ve işin içinden çıkmanız da zorlaşır. Görülüyor ki herkes bu iktidarın 15 Temmuz travmasını atlatmış olmasını beklerken, takıntıların daha da kökleştiği günlere gelmiş bulunuyoruz. Pek de inandırıcı olmayan bir şekilde “Yenikapı ruhu” çığlıkları atılırken, rahatsızlık iktidarın içine de yayılmaya başladı.

•••

Gerçekten artık AKP yandaşı medyada da feryatlar yükseliyor. Daha birkaç gün önce FETÖ’cülükle suçlanan ünlü bir ilahiyatçı Yeni Şafak’taki yazısına “Edep Yâ Hû!” başlığını koymuştu. Her gün okuyucularına fıkıh dersleri veren bu alim, hem de “altmış yıllık dava arkadaşının kızı tarafından” suçlandığını söylüyordu. Başka bir yazar ise, Sabah’taki sütununda, aynı lekeyle lekelenen kayınpederini savunuyordu. O da yazısına “Çürümüş ruhlara cevabımdır!” başlığını uygun görmüştü. Bir Star yazarı ise “tabanda ciddi rahatsızlık var” diyerek “ağlama duvarı haline gelmiş” AKP milletvekillerine sesleniyor ve onları bu şikâyetleri dinlemeye davet ediyordu. Ve benzer bir ikazı da Hürriyet’te A. Selvi yapıyordu. Yazısında “AK Parti kulisleri kaynıyor” diyordu Selvi; duyumlarına göre bu kulislerde, belediyelerde kaç FETÖ’cü başkan, Meclis’te de kaç FETÖ’cü milletvekili bulunduğu tartışılmaktaydı.

•••

Sonunda AKP milletvekilleri de konuşmaya başladılar ve en dehşet verici açıklama da Şamil Tayyar’dan geldi. Tayyar, hayli farklı duygularla konuşuyor, Beyaz TV’de yaptığı söyleşide, aslında paralelci başların, paralelci olmayan tabanı tasfiye ettiğini söylüyordu. Ona göre, eğer Emniyet, Mit, Genelkurmay ve kuvvet komutanlıklarında acil yapısal dönüşümler olmazsa, “üç ay içinde yeni bir darbe” olabilirdi!?.. Başka bir milletvekili, M. Metiner ise, Star’daki yazısında tasfiyelerdeki haksızlıkları gidermek için hemen harekete geçilmesini öneriyor ve “geciken adalet, adalet değildir” diyordu.

•••

İşte internette yaptığım kısa bir gezintinin ortaya koyduğu tablo bu. Kuşkusuz liste çok daha uzatılabilir; fakat bu kadarıyla da görülüyor ki Cumhuriyet tarihimizin en büyük tasfiye operasyonlarından biri, sonunda AKP sözcülerini de harekete geçirmiş bulunuyor. Nefsi müdafa, vicdan muhasebesi, çıkar hesapları? Herhalde hepsi de var; yine de olumlu bir gelişme sayılmalı. Ne var ki izlenen politika hiç değişmiyor. Beklenen Godot bir türlü gelmiyor; bu arada da ülke hızla istikrarsızlaşıyor, giderek yönetilemez hale geliyor.

•••

Yoksa sınır ötesi operasyonunun bir beklentisi de “vatan tehlikede!” seferberliği içinde “ulusal konsensüs”ü yeniden canlandırmak, “Yenikapı ruhu”nu yeniden ateşlemek miydi? Olabilir; her şey mümkündür. İyi de Suriye’de iplerin bir ucunun Washington, öbürünün de Moskova’da olduğunu ve şimdiden bu başkentlerden homurtuların yükselmeye başladığını görmüyor muyuz? Çözüm arayışında dünyanın gözlerinin Kerry-Lavrov görüşmelerine çevrildiğini bilmiyor muyuz? Bu düşman kardeşlerin her ikisine de göz kırpan bir politikanın sonunda ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranacağının farkında değil miyiz? Aslında herkes farkında ve bizim devlet yöneticileri de sık sık hareketin “sınır güvenliğimizle sınırlı” kalacağını, “Suriye topraklarında gözümüz olmadığını” dile getiriyorlar. Getiriyorlar da, bu ülkede hala Osmanlı fütuhatı, Osmanlı adaleti ve Osmanlı şeriatı nostaljisi içinde yaşayan milyonlarca insan olduğunu da bir türlü unutamıyorlar. Aslında Osmanlı nostaljiklerini “..mış gibi yapmak” politikasıyla avutmak ve yapılamayacak şeyleri yaparmış gibi görünmek, bu topraklarda her zaman geçer akçe olmuş, verimli bir politika sayılmış, oy getirmiştir. Sonunda reel dünyanın duvarlarına çarpan bir politika olsa da! Oysa ülkenin geleceği tam da bu feodal çağ kalıntısı hülya ve saplantılardan kurtulmamıza bağlı bulunuyor.