Sözü evirip çevirmeye gerek yok, İstanbul seçiminin geldiği nokta mazbata konusunu çoktan aştı ve Saray rejimi için bir “beka sorunu” haline geldi. Hâlbuki Erdoğan, 31 Mart gecesi “büyükşehirleri kaybettik ama ilçeleri kazandık” dediği pozisyonda kalabilir, AKP “eksik zafer” anlatısıyla zevahiri kurtarabilirdi. Ancak Erdoğan sandıktan çıkan iradeyi tanımamaya varan bir yola girdi. Yalnızca Pelikancılar’ın Saray üzerindeki […]

Sözü evirip çevirmeye gerek yok, İstanbul seçiminin geldiği nokta mazbata konusunu çoktan aştı ve Saray rejimi için bir “beka sorunu” haline geldi. Hâlbuki Erdoğan, 31 Mart gecesi “büyükşehirleri kaybettik ama ilçeleri kazandık” dediği pozisyonda kalabilir, AKP “eksik zafer” anlatısıyla zevahiri kurtarabilirdi. Ancak Erdoğan sandıktan çıkan iradeyi tanımamaya varan bir yola girdi. Yalnızca Pelikancılar’ın Saray üzerindeki etkisi ya da manipülasyonu değildi mesele. Esas olan Saray rejiminin ekonomik krizle derinleşen bir hegemonya sorunu yaşamasıydı. Şimdilerde Erdoğan bu sorunu en iyi bildiği yöntemle yani “güç gösterisi” yaparak aşmaya çalışıyor.   

AKP-MHP ittifakının kimyası İstanbul mağlubiyetinin kabul edilmesini zorlaştırdı. Zira seçim öncesinde rejimin devamı için 3 büyükşehirde ve kayyum atanan belediyelerde Cumhur İttifakı’nın “başarılı” olması gerektiğini söyleyen Bahçeli’nin kırmızı çizgileri sandıkta aşıldı. Şimdi politik olarak başaramadıklarını başka yollarla gerçekleştirme telaşındalar. YSK, KHK’li seçilmiş 6 başkana mazbata vermeyerek kayyum rejiminin devamı için “üzerine düşen vazifeyi” yaptı. Zamanında “yargı vesayeti” diye ahkâm kesenlerin bugün “patron YSK”dır demesinin sırrı bu hukuk dışı kararlarda saklı. Bahçeli ise İstanbul’da seçimler yenilensin mesajı vererek erken final görmek istiyor. Sonuca göre ya devam ya tamam diyecek.

Halkın iradesini gasp için dalavereler sürerken, iktidarın “stratejik mevzilerde” yaşadığı gerileme tabanda hemen etkisini gösterdi. Yıllardır AKP’nin elinde olan belediyelerde mecburen yandaş sendikalara üye olanlar, yandaşlarla iş yapanlar, çalıştıkları belediye muhalefete geçince çark etmeye başladı. Böylece iktidarın arkasında “kaynaşmış bir kitle” olmadığı somut bir biçimde ortaya çıktı. Erdoğan’ın cumartesi günü yaptığı konuşmada “Hemen sendika değiştirmeler, şunlar bunlar. Herkes bir yere savrulmaya başladı. Bu dava adamı olmak değil. Böyle olur mu?” demesi gidişatın boyutları hakkında fikir veriyor. Büyükşehirlerde tabanda başlayan çözülme hızlanıyor, mutlak itaat sorgulanıyor. İstanbul’un kaybının kabullenilmemesinin arkasında akçeli işlerin yanı sıra böyle bir toplumsal gerçeklik de var.  

İktidarın seçim sonrasını yönetememesi, Büyükçekmece’deki polis ablukası ve Maltepe’de salon basmaya kadar uzanan saldırganlık iki önemli sonuç doğuruyor. Birincisi vatandaşın mızıkçı iktidara karşı öfkesi semt pazarlarından stadlara kadar her yerde gözle görülür bir biçimde artıyor; memnuniyetsizlik gündelik hayatın ekonomik sorunlarıyla birleşerek çığ gibi büyüyor. İkincisi İmamoğlu, belediye başkanlığına ilaveten Türkiye çapında bir politik aktör olarak güç kazanıyor. Böylece Erdoğan istemeden kendi karşısına güçlü bir “alternatif” çıkarıyor. Hasılı iktidarın her hamlesi geri tepiyor, yanlışta ısrar muhalefetin direncini sağlamlaştırıyor.

Tüm bu açmaz karşısında Saray’ın yakın-uzak çevresi ikiye bölünmüş durumda. Bir kısmı “mostralık demokrasi”den uzaklaşılmaması, işler iyice zıvanadan çıkmadan yerel seçim faslının kapatılması gerektiğini söylüyor. Abdullah Gül de son açıklamasıyla bu kervana katılanlardan… Bir kısmı ise Yeni Şafak yazarı Lekesiz gibi “madem seçimi kaybediyoruz belediye başkanları atamayla gelsin” noktasında. İktidarın 31 Mart öncesinden beri yerel yönetimleri tümüyle Saray’a bağlamanın yollarını aradığı sır değil. Ancak “atama” gibi lafların açık bir şekilde yandaş medyada yazılması İslamcıların “demokrasi treni”nden çoktan indiğini, dinci faşizmin trenine bindiklerini kanıtlıyor.  

Sözün kısası yakın tarihimizin kritik bir eşiğindeyiz, ya hep beraber İstanbul’dan Bağlar’a sandıktan çıkana saygı duyulmasını sağlayacağız ya da halihazırda iğdiş edilmiş demokratik haklarımızı bizden tümüyle almak isteyenlerin ekmeğine yağ süreceğiz. Bunun ortası, aması, belkisi yok.