Normalde nisan ayında tahsil edilmesi gereken Merkez Bankası’nın 33 milyar liralık kârı Ocak ayı bütçesine yazılınca bütçe 5.1 milyar lira fazla verdi, eğer yazılmasaydı 29.3 milyar lira açık verecekti. Açık vermesi kaçınılmazdı, çünkü geçen yılla kıyaslandığında devletin giderleri yüzde 63 oranında artarken, vergi gelirleri ise sadece yüzde 7 oranında artmış, yani muazzam bir dengesizlik ortaya […]

Normalde nisan ayında tahsil edilmesi gereken Merkez Bankası’nın 33 milyar liralık kârı Ocak ayı bütçesine yazılınca bütçe 5.1 milyar lira fazla verdi, eğer yazılmasaydı 29.3 milyar lira açık verecekti.

Açık vermesi kaçınılmazdı, çünkü geçen yılla kıyaslandığında devletin giderleri yüzde 63 oranında artarken, vergi gelirleri ise sadece yüzde 7 oranında artmış, yani muazzam bir dengesizlik ortaya çıkmıştı, anında “ufak” bir makyaj hamlesi yapıldı ve açık kapatıldı.

Önümüzdeki aylarda tahsil edilebilecek böyle bir para olmayacağına göre, devletin gelir gider dengesinin nasıl bozulduğunu ve bütçe açığının boyutlarını hep birlikte göreceğiz.

Bütçe açığına makyaj yapıldıysa da, makyajla örtülemeyecek bazı veriler var ki, ülke ekonomisinin nasıl bir çöküşe gittiğini çok net bir şekilde gösteriyor.

Bunlardan ilki sanayi. Sanayi üretimindeki düşüş yüzde 9,8 ve imalat sanayindeki düşüş ise yüzde 10,8 olarak gerçekleşmiş durumda.

Eğer bir ülkenin ekonomisinin temelinin sanayi, sanayideki esas sektörün ise imalat sanayi olduğunu düşünürsek, durumu çok daha net olarak kavrayabiliriz. Damat bey istediği kadar bir “dengelenme”den bahsetsin, bu çok açık bir çöküş işaretidir ve üstelik giderek daha da derinleşecektir.

Sanayi üretiminin küçülmesi demek ekonominin küçülmesi demektir ve küçülen ekonomilerde işsizlik artar. Açıklanan verilere göre işsizlik 2 puan artarak yüzde 12.3 seviyesine ulaşmış durumda. Genç nüfusta ise durum çok daha korkunç. Genç işsizliği 4.3 puan artmış ve yüzde 23.6 olmuş, yani her dört gençten biri işsiz. Üstelik bunlar resmi rakamlar, gerçek oran çok daha yukarılarda.

Türkiye ekonomisi, sebze tezgâhları önündeki kuyruklarda sembolize olan ve küçülme, işsizlik ve enflasyonun bir arada olduğu bir kriz yaşıyor. Buna aynı zamanda önümüzdeki günlerde ağırlaşacak bir bütçe açığı eşlik ediyor. Dünyada ucuz para varken ve bu para Türkiye’ye gelirken, üretim ve yatırım alanında tek bir adım atılmadığı halde kaçınılmaz olarak büyüyen ekonomi, hem o paranın gelmez oluşu hem de üretimsizlik nedeniyle, şimdi kaçınılmaz olarak çöküyor.

On yedi yılın sonunda gelinen noktada, Türkiye, 2002 öncesinde dahi görmediği bir krizin içerisine sürükleniyor ve bunun kaçınılmaz siyasal sonuçları olacak. 31 Mart yerel seçimlerinde bunu iktidar partisinin oylarına bakarak kısmen gözlemleyeceğiz gibi görünüyor. AKP sandıktan birinci parti olarak çıkacak orası kesin ama nasıl bir oy oranıyla çıkacağı gidişata dair önemli ipuçları verecek.

Seçimden sonra IMF’yle mi anlaşılacak, ABD’yle ilişkiler nasıl olacak, AKP’nin “küskünleri”, Davutoğlu-Gül öncülüğünde yeni bir oluşum içerisinde yer alacak mı, rejim otoriterliğini nerelere vardıracak, muhalefet kendi içerisinde nasıl bir tartışmaya girecek, krizin yarattığı toplumsal hoşnutsuzluk ve öfke nereye evrilecek, ekonomik krize bir hegemonya krizi de eşlik edecek mi, yani rejim giderek meşruiyetini yitirmeye başlayacak ve daha zor yönetir hale gelecek mi, bunların hepsini göreceğiz.

Ekonomik krizler ve hegemonya krizleri bir araya geldiğinde, düzen, kitleler nezdinde daha çok sorgulanmaya, düzene yönelik öfke daha da artmaya başlar. Bu ise düzen dışı arayışları beraberinde getirir. Sol, uzun bir süre devam edecek olan bir kriz konjonktürüne girdiğimizi görmeli ve adımlarını buna göre atmalı. Eğer doğru bir strateji izlenirse, sol, toplumsal öfkenin ve arayışın örgütleneceği bir mecra olarak kendini var edebilir ve topluma kendisini gerçek bir alternatif, güçlü bir seçenek olarak sunabilir.