Kriz halleriyle birlikte roman Türkiye’ye girdi, ardından bu halleri yansıtıcı konuma geldi ve giderek de biçimsel olarak kriz hallerinin yörüngesine girdi. Devam eden süreçte içerik ve biçim özellikleriyle akışkan bir tür olan roman bireysel gizilgücünü de cebine koyarak akışını sürdürüyor

Kriz halleri ve Türkçede roman

ÇAĞATAY USLU

Kriz, bir tür güç dönem. Bunalım dönemleri. Kişi içinde, kişiler arasında, toplumsal alanda ortaya çıkan değişimin kaçınılmazlaştığı durumlar. Böyle bir tanım topluluğu krizi elbette binbir surat konumuna da getiriyor ve ortaya bir tür krizler sergisi çıkıyor. Bu serginin içinde ise romanın özel bir yeri vardır. Ayhan Geçgin Aralık 2018’de Duisburg-Essen Üniversitesi, Türk Dili bölümünde yaptığı konuşmada[1] kimilerince ilk roman kabul edilen Don Kişot’u bir kriz içinde betimler.


Burada kişi kurmaca ile ‘gerçek’ arasındaki sınırı aşmış, dünyayı artık ‘tanıyamaz’ hale gelmiştir. Bir tür delilik halidir bu. Buradan yola çıkarak Geçgin romanın da bir kriz halinden doğduğunu söyleyecektir.

Lukacs’a göre de roman bir tür kriz anlatısıdır. Bireyin yabancılaşmasına koşut olarak ortaya çıkmıştır ve parçalanmışlığın ifadesidir. Bir tür bütünlük özlemidir ve kapitalizm ile derinleşen bu parçalanmayla çevresindekini anlamlandırmakta güçlük çekecek, nesneler anlamsızlaştıkça onların yerine simgeler koyacak bu da krizi derinleştirecektir.[2] Bu romanın türsel krizidir. Ayrıca roman türü ortaya çıktığından itibaren krizi yansıtma işlevi de üstlenecektir.

Burada her romanın bir tür kriz sunumu olduğu varsayımını geride bırakarak meseleyi biraz daha somutlaştırıp, örneklem alanımızı da Türkçe romanla daraltıp bir tür toplumsal kriz anlarını yansıtan romanlara bakabiliriz.

Aslında Türkçenin romanla tanışması da siyasal krizin ürünüdür. Tanzimat Dönemi’nin Batı’ya yaklaşma çabaları anlatı sanatını da doğrudan etkilemiştir. Fransız kaynaklı kültürel değişim edebi üretimi de doğrudan etkilemiş, geleneksel tahkiyeli ürünlerin yerini ‘birey’ temelinde toplumsal fayda güden romanlar almıştır. Bu dönem romanlarında asıl krizi oluşturan durum ise değişimin neliği ve niteliğidir. Sözgelimi Namık Kemal’in İntibah’ı ya da Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası ve genel olarak Ahmet Mithat Efendi’nin romanları bir tür modernleşememe krizinin içine doğmuştur. Yaratılan alafranga tiplerle bu kriz somutlaştırılmış ve biçim değiştirerek Cumhuriyet dönemine kadar gelmiştir. Alafranga tipin nitelikleri yazarın politik angajmanına göre krizi algılayış biçiminden doğrudan etkilenmiştir.

Romanı sanatsal olarak besleyen -aslında bu da bir tür kriz dönemidir- ara dönemin sonunda savaş yılları ile birlikte edebiyat da yansıtıcı işlevini pekiştirmiştir. Sözgelimi Mütareke İstanbul’u ve giderek Milli Mücadele döneminin en popüler konularına dönüşür ve yeni bir dönemi şekillendirmek adına roman da işlevsel olarak kullanılır. O dönem romancıları arasında Yakup Kadri Karaosmanoğlu edebiyatı bu şekilde işlevselleştirenlerin başında gelir. Yazdığı her romanda bir tür tarih anlatısı da kurar ve bu anlatıları yeni kurulan devletin ideolojik doğrultularında gerçekleştirir. Sözgelimi Sodom ve Gomore’de romanın ismindeki çağrışım gücünden de faydalanarak işgal İstanbul’undaki gayri milli ahlaksızlıkları betimler. Yaban’da Anadolu coğrafyasındadır ve resmi ideoloji için mitik temeller atar. Kuruluş döneminin ardından Türkçe roman kendi içinde birçok değişikliğin yanında toplumsal kriz dönemlerinin yansıtıcısı olma işlevini de sürdürecektir. Bu açıdan belki de en verimli dönem 12 Mart romanlarıdır. Berna Moran Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış kitabının üçüncü cildinde bu dönem için de bir bölüm ayırır ve 12 Mart romanının nitelikleriyle birlikte o dönem üzerine anlatısını kuran romanlara değgin küçük bir liste de verir.[3] Adalet Ağaoğlu’nun Bir Düğün Gecesi romanı, Sevgi Soysal’ın Şafak’ı ya da Erdal Öz’ün Yaralısın’ı gibi birçok eserin yazıldığı o dönemde biçimsel anlayışlar ne kadar değişirse değişsin temelde odaklanılan kriz aynıdır.

12 Mart’ın hemen arkasından gelen 12 Eylül ise etkilerinin hâlâ hissedildiği belki de toplumsal alanda Türkiye’de yaşanan en büyük kriz dönemlerinden biridir. Bu dönem romanda içeriksel etkinin yanında biçimsel bir dönüşümü de beraberinde getirir. Nazlı Eray, Orhan Pamuk, Latife Tekin, Bilge Karasu gibi yazarlarla birlikte roman Türkiye’de daha önce yazılmış metinlerden çok farklı bir hüviyete bürünür.[4] Diğer alanların yanında edebiyat da bir tür entegrasyon dönemine girer. Farklı anlayışlar yelpazesinde Türkçe roman kendine yepyeni alternatifler yaratır.

Genel olarak çizdiğimiz çerçevede kriz halleriyle birlikte roman Türkiye’ye girmiş, ardından bu halleri yansıtıcı konuma gelmiş ve giderek de biçimsel olarak kriz hallerinin yörüngesine girmiştir. Devam eden süreçte içerik ve biçim özellikleriyle akışkan bir tür olan roman bireysel gizilgücünü de cebine koyarak akışını sürdürmektedir.

[1] Bkz. https://t24.com.tr/k24/yazi/edebiyat-ve-kriz,2118
[2] Jale Parla, Don Kişot’tan Bugüne Roman (İstanbul: İletişim Yayınları, 2013), 38.
[3] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 3 (İstanbul: İletişim Yayınları, 2004), 11-17.
[4] Bu dönemin roman anlayışları hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. a.g.y. s. 49-57.