Krizi yatıştırmak için egemen olanın bulduğu çözüm kökten değil yüzeyseldir, çünkü egemen doğal olarak krizin belli bir ses seviyesinde sürmesinden yanadır. Kriz problemlerinin verilerine değinip geçmek, derinlere inmemek, yüzeyde kalmak edebiyatın güncel mesellerindendir. Krizin tam da istediği şeydir bu

Kriz; kimler için?

FADİME USLU

İnsanlık tarihinde ilk kelimenin ortaya çıkışı krizin evrensel betiğidir bana göre. Sesle, bir haykırışla başlayıp sesin sözcüğe evrilme hikâyesinde krizin hikâyesini buluruz. İfade etme araçlarını geliştirme sürecinde kelimeyle konuşmak, fiziksel olarak insanın alet yapımı ve onu kullanmaya başlamasından pek de farklı değildir çünkü. Her iki etkinlik bir sonraki nesle aktarılan formasyonu içerdiğinden kültürün kökenini söyler bize. Dolayısıyla kriz, insanın doğayla ilişkisindeki ilk entelektüel faaliyetin gerçekleşme alanını yaratan koşulları sağlar.

Krizin yarattığı en iyi ilk eserdir dil. Temelde alet yapımını keşfetmekten farklı değildir bu. Krizin ikinci nirengi noktasıysa toplumsal yaşama, örgütlenme pratiğine geçişin zemini olmasıdır. Her ikisi de edebiyata açılan büyük kapıdır. Kapıyı tasarlayan ve onu yapan kişinin planlı düşüncesinde; kapının malzemesi ve anahtarında bütünüyle edebiyatın ve krizin kendisi vardır.

İnsanın üç milyon yıl boyunca, dört büyük buzul ve üç uzun buzul arası döneme uyumu; krizle ahenginin ilk dansı olabilir mi? Peki ya sonrası…? Kültürün kılığını giyinmiş savaş, toplu katliam, bireysel yok ediş, özgür yaşam alanının ihlaliyle kendini gösteren egemenin dil aracılığıyla altındakine aktardığı; kendine etkinlik alanıyla biçim bulmuş krizi ne tür boyutlarda değerlendirmek gerekir; bugün yaşadığımız koşulların verilerini okurken bu çözümlemeler yaşamsal derecede önemli kanımca.

İlker Belek, insanın kültürel evrim sürecini derinlemesine tartıştığı, sonuçlarını değerlendirdiği ‘Dinin Toplumsal Kökenleri’ kitabının ilk bölümünde dilin işlevini, öğrenmeye soyut bir nitelik kazandırması biçiminde yorumlar. “Dille birlikte, öğrenebilmek için doğrudan olayın içinde yer almak, yaşanılanı deneyimlemek zorunluluğu ortadan kalktı. Soyutlamak ve anlatmak mümkün oldu. Olaylar hakkında önceden bilgilenmek, hazırlamak, plan yapmak olanakları doğdu.” İşte bu olanaklar hikâye etmenin, dili biçimlemenin önünü açtı. İnsanın deneysel bir varlık olduğunu da belirten Belek, altında belli bir krizi, doğada hayatta kalma mücadelesinin basamaklarını açıkladığı eserinin bir yerinde şöyle der; “Alet yapımı, her şeyden önce bir plan işidir. (…) Bu çaba insana özgüdür ve yalnızca insan amaca yönelik davranabilir. Yalnızca insan, biçimsiz bir kaya parçası ile bir el baltası arasındaki ilişkiyi kavrayıp, balta üretebilir.” Bu, Marx’ın Kapital’de açıkladığı insanı hayvandan ayıran en önemli farklılığın imgelem olduğu tezini destekler; “Örümcek işini dokumacıya benzer şekilde gördüğü gibi, arı da petek yapmada pek çok mimarı utandırır. Ne var ki en kötü mimarı en iyi arıdan ayıran şey, mimarın yapısını gerçekte kurmadan önce, onu imgeleminde kurabilmesidir.”

EDEBİYATIN KRİZE YANITI

Dışından bağırarak konuşan savaş ve içinden usul usul konuşan baskı ortamında edebiyatın buna tepkisi ya da en azından gösterdiği refleks nedir? Edebiyatın kriz ortamlarına yanıtı… yani, yazının teklifindeki nüveler nelerdir; temel sorunumuz da budur bence.

Kitabına adını da veren ünlü öyküsü Mario ile Sihirbaz’ı yazdığında Thomas Mann, elli beş yaşındadır. Bir yıl önce Nobel ödülünü almıştır ve ülkesinde Nasyonal Sosyalizmin ayak sesleri yankılanmaktadır. Kitapta belirtildiği üzere 1930’da yazılan bu öykü, yazarın sıkça vurguladığı düşüncenin kaynağıdır aynı zamanda. Mann’a göre, Nazizmin oluşup gelişmesi rastlantı değil, Alman tarihinin sonucudur. Öyküde de halkın otoriteyi sevme, ona körü körüne bağlanma hastalığını işler.

Öyküdeki Sihirbaz karakteri halkı -yarattığı illüzyonla tamamen etkisi altına alan; iradesini bütünüyle ele geçiren ve himayesinde olduğuna; inandığı kitleye dilediği her türlü akıldışı işleri yaptıran diktatörleri temsil eder. Sihirbazın gösterisi hemen akla Bulgakov’un Usta ile Margarita kitabındaki Şeytan’ın tiyatro sahnesinde sergilediği illüzyonu getirir. Şeytan, halkın zaaflarını nesneleştirip izleyicilerle oyun oynar. Gözleri o derin uyuşukluğun etkisiyle gerçeğe perdelenmiş, perdenin rehavetine vurgun halk resmedilmiştir. Mann, insanın gayri tabii olanı istisnasız kabulü ve hayranlığını biçimler. Her iki yazar, birbirinden farklı coğrafyada farklı liderleri hedef almalarına karşın benzer sahneler kurmuşlardır. ‘Usta ile Margarita’ da 1930’lu yıllarda yazılmış, uğradığı sansür nedeniyle yayımlanması için aradan otuz altı yıl geçmesi gerekmiştir.

Bulgakov’un taşlaması Stalin’e; Mann’ın ise Mussolini’ye ve Hitler’e, yanı sıra onların kurdukları düzene boyun eğen halka yöneliktir. Liderlerin isimleri değişse de sistemin mantığı bugün de değişmediğinden, sistemin temelinde yatan dinamiklere eğilip gücü elinde tutanla ona itaat edenlerin, dolayısıyla her iki tarafın zaaflarını, derin açmazlarını gösterdiğinden bu eserler günceldir. Krizi bir anatomi; sonuçlarınıysa hücresel boyutta değerlendirdiğimizde krizin tarihe işaretini düşüren iki öyküyü bu yazıda değerlendirebiliriz. İkisi de sert ortamlarda yazılmıştır bu öykülerin. Andrey Platanov’un ‘İki Kırıntı’sı, Ekmek’le Barut’un güç mücadelesiyle dönüşüp başka varlıklara evrilme hikâyesinde bize insanlık tarihini anlatır. İki sayfadan ibaret, masal dili ve yapısıyla biçimlenmiş bu kısa öykü var eden ile yok edenin yarattığı krizin sonuçlarını anlatır. Savaş koşullarını en sert biçimde yaşayan, kısacık ömrüne nefis eserler sığdıran Wolfgang Borchert’ın ‘Ekmek’ öyküsü kriz denilen olgunun insan doğasındaki karşılığını anlatan en güzel eserlerden biridir. Sözünü ettiğim iki öyküde de insanın temel gıdası ekmekle kırıntısında açık ve gizli savaşın ortaya çıkardığı görüntüleri betimler.

ZAMANA KOYULAN İŞARET

Kutsal kitapların doğuşu da krizlerledir hep. Anlattığı hikâyelerde halkın yaşadığı krizlerle bunu yatıştırma biçimleri aktarılır.

Thomas Mann’ın sözünü ettiğim kitabında yer alan ‘Kanun’ adlı öyküde, halkın efsane yaratma konusundaki becerisinin hikâyesini buluruz. Yazar ince bir mizahla örer öyküsünü. Yazarın kaleminin bilinçaltındaki krizin dışavurumudur bu. Mann’ın dini hikâyelerin karşısına bilimin nesnelliğini koyması boşuna değildir. ‘Kanun’da peygamber Musa’nın hikâyesini yorumlar. Öykünün mekânı Musa’nın doğumundan itibaren yaptığı yolculukların geçtiği Mısır’ın geniş coğrafyasıdır. Yazar, bununla birlikte alttan alta öykünün bir başka mekânı olduğunu duyurur okura. Efsane yaratan grupla ona inananların zihnidir bu. Asıl kriz de bu alandadır. İroninin gücü mucizelere bel bağlamış halkın olaylara verdiği tepkilerde kendini gösterir. Mann, toplumsal olanı anlatırken bireysel ilişkilerdeki çelişkinin kaynağını işaret eder. Kutsallığı kabuğundan soyup özün kaynağını ortaya çıkaran anlatımı binlerce yıldır değişmeyen insanlığın hikâyesini söyler bize.

Krizden etkilenmeyen tek sanat dalı haikulardır bence. Haiku, görüntü aracılığıyla zamanı, ona yüklenen anlamın dışına çıkarır çünkü. Görüntünün anlamına gönderme yapmaksızın anlamı kendi ritminde deşifre etmeye kışkırtır. Haiku, birincil doğa gibi kendinden başka hiçbir şeydir. Kişinin doğada özvarlığındaki kültürü dışarıda bırakıp tamamen onun alanına teslim olması; özündeki bilgiyi yaşaması gibidir haiku okumak. Başo’dan ‘Alacakaranlık’ başlıklı haiuku şöyledir; “Karanlık indiğine göre,/şahinin gözleri de göremeyecek!/ Böyle şakıyor bıldırcın.” ‘Aya Doğru’ adlı eserde ise bize yalın olandaki kusursuz gözlemi aktarır; “Ay sırtında uyukluyorum,/aya doğru yükseliyor/yanan çay yapraklarının dumanı.”

Krizi yatıştırmak için egemen olanın bulduğu çözüm kökten değil yüzeyseldir, çünkü egemen doğal olarak krizin belli bir ses seviyesinde sürmesinden yanadır.Kriz problemlerinin verilerine değinip geçmek, derinlere inmemek, yüzeyde kalmak edebiyatın güncel mesellerindendir. Krizin tam da istediği şeydir bu. Arada kalmış, yalnızlaşmış, kurtuluşunu sistemin konforlu yaşantısında arayan kişilerin yakınıp durması sistemin sürekliliğini sağlar. İradesi elinden alınan, düşüncesi -duygusu tahribe uğramış insanın eyleme geçememe ya da kötürüm boyutunda kalma hâli başlı başına kriz şarkısının nakaratını dillendirmektir. Krize karşı söz üretmekse zamana asıl büyük işareti koymaktır.

İlker Belek, Dinin Toplumsal Kökeni, Animizm, Totemizim, Şamanizim, Din Süreci, Yazılama Yayınevi
Karl Marx, Kapital 1. Cilt, Çeviren: Alaattin Bilgi, Sol Yayınları
Andrey Platonov, Muhteşem Vahşi Dünya, Çeviren: Günay Çetao Kızılırmak, Metis
Wolfgang Borchert, Ama Fareler Uyurlar Geceleyin, Çeviren: Kamuran Şipal, YKY
Thomas Mann, Mario ile Sihirbaz, Çeviren: Sami Türk, Can Yayınları
Mihail Bulgakov, Usta ile Margarita, Çeviren: Sami Türk, Can Yayınları
, Çevirenler: Cevat Çapan - Kenan Sarıalioğlu, Sözcükler Yayınevi