Kriz potansiyelleri

Kriz potansiyelleri hem siyasette hem ekonomide birikiyor. Türkiye’yi çalkantılı yıllar bekliyor.

Siyaset alanında içte ve dışta tüm çevreler, iktidarda şimdiden 19 yılını tamamlayan bir partinin önümüzdeki ilk seçimlerde ne yapacağına kilitlenmiş durumda. “Ne yapacağı” sadece elde edebileceği oy oranı yani seçim başarısı bakımından sorulmuyor elbette. Seçimleri etkileyebilmek için neleri göze alacağı (mevzuat değişikliklerinden belki daha önemlisi 2015 tarzı “bombalar altında” seçimler olabilir); seçim gününde “seçimleri çalabilmek” için neleri planlayacağı; seçimleri kaybettiği gizlenemez bir gerçekliğe dönüştüğünde durumu suhulette kabul edip etmeyeceği bakımlarından da soruluyor. Bu sorular arasına, Türkiye’yi bir sıcak dış çatışma ortamına sürükleyip seçimleri erteletmek şıkkını da eklemek gerekiyor.

İktidar cenahının bütün bunlar üzerine epeydir ayrıntılı çalışmalar yaptığına emin olabilirsiniz. Çünkü kaybetmenin bedeli çok büyük. Yalnızca iktidar nimetlerini kaybetmekten söz etmiyoruz ama bunun da çok önemli rol oynayacağı açık. İktidardan beslenenlerin sayısı az değil, bunların önemli bir bölümü bir daha böylesine büyük olanaklardan yararlanma fırsatını bulamayacaklar. Sadece yüksek ve çoklu maaşları sürdürmek veya hak edilmeyen kariyerleri korumak için bile –ki bunlar AKP düzeninin küçük tortuları/sus paylarıdır yalnızca- her şeyi göze alabileceklerin sayısı az değildir. Nimetleri kaybetmekten daha önemli bedel ise, ödenecek siyasi bedel yanında hukuki bir bedelin de olup olmayacağıdır. Muhalefet istediği kadar “devri sabık yaratmayacağız” desin, geçmişin hesabının kısmen dahi sorulabilecek olması kaygısı taşınacaktır. Zaten iktidar yitirilince birbirine düşmeler de artacak, yeni iktidara ve yargıya suç duyuruları çoğalacaktır.

Demek ki, seçime doğru içerde ve dışarda kışkırtmaların artacağı bir döneme girilecektir. Her durumda, mevcut siyasi yönetim barışçı bir iktidar geçişine rıza gösterecek gibi durmamaktadır. Şu kadar ki bir barışçı geçişi zorlayacak dış ve iç etkenler birleşmesin.

EKONOMİ ALANI

Bütçeyi sıkmak, dışa karşı elde “iyi” bir şeyler de olduğunu kanıtlama ihtiyacından olabilir; ama halkın yoksulluk ve açlıkla boğuştuğu bir dönemde, bütçe açığının geçen yılın ilk beş ayına göre yüzde 75 kadar azalmış olması övünülecek değil utanılacak bir durum. İktidar, bütün olumlu beklenti etkenlerini tükettikten sonra, toplumsal görevlerinden kaçmak pahasına, ekonomiyi makyajlamaktan başka çözüm bulamıyor. Seçim sonrasında hem iktidar hem muhalefet açısından IMF’li bir döneme geçişin hesapları mutlaka yapılıyordur. Türkiye’nin şanssızlığı, iktidar adayı muhalefet cephesinin de toplumun önüne farklı bir seçenek sunabilecek durumda olmaması.

Aslında muhalefetteki kitle partileri açısından bir başka seçeneksizlik, dış politikada NATO’nun azgınlaşan saldırgan tutumuna angaje olmaktan başka ufuklarının olmaması. Erdoğan ve Partisi kadar sıkışmış gözükmeseler de dış politikada emperyalizmin ekseni dışına çıkabilme esnekliğine çok sahip görünmüyorlar.

Sonuç olarak emperyalizmin hem ekonomik kısıtları (neoliberal dogmalar) hem de dünyayı kutuplaştırıcı atılımları (Çin ve Rusya’yı kuşatmak, NATO’yu etkinleştirip görev sahasını genişletmek, vs.) Türkiye’deki hem iktidar hem muhalefet bloklarının ortak davranış kodlarına kolayca dönüşebiliyor. Bugün aradaki farklılıklar, “parlamenter rejime dönüş” ile yolsuzluk ekonomisine ve liyakatsiz kadroların istihdamına son vermek, devletin şiddet aygıtlarını demokratize etmek gibi dar bir alana sıkışmış bulunuyor. Buna rağmen kitleler, bugünkü rejimin İslamcı faşizm yönündeki uygulamalarından ve toplumu hiçe sayan ekonomik politikalarından öylesine bunalmış durumdalar ki, ciddi bir hat değişimi olmasa dahi “kendilerini adam yerine koyacak” bir değişim rüzgârına şiddetli ihtiyaç duymaktalar. İktidar kaybederse bu nedenle kaybedecek. Ama toplum da, iktidar değişiminden sonraki süreçte kaybederse bu nedenle kaybedecek.