Demokratik çıkış için ilk adım, iktidarın seçimleri erteleme girişimini engellemektir. Siyasal ve toplumsal muhalefetin bu konuda eli güçlüdür. Çünkü tek meşruiyet kaynağı seçim olan AKP’nin, bu istem ve baskıdan sonsuza kadar kaçması mümkün değildir.

Kriz ve olasılıklar...

Türkiye ağır bir ekonomik krizle sarsılıyor. Siyasal İslamcı iktidar hem kendisini hem ülkeyi iflasa sürüklüyor. Bu iflasın müstehcen bir niteliği bulunuyor. Çünkü, kurulan yağma düzeninin artık İslamcı bir ajitasyonla örtülemeyecek kadar şirazesinden çıktığı anlaşılıyor. Bu tabloya karşın AKP yönetimi dinci ideolojik-politik hattında ısrar ediyor. Çünkü kendisi için zamanın daraldığını görüyor. Bu nedenle hırçınlaşıyor. Akıl çizgisinden bütünüyle kopuyor.


Zaman daraldıkça, İslamcı oligarşi çatışmacı bir gerilim siyaseti yürütüyor. Ülkeyi, toplumu ve tarihi hiç olmadığı kadar zorluyor. Öyle ki ülke ekonomisini perişan edeceği belli olmasına karşın, ideolojik bir takıntıyla faizleri indirmekte ısrar ediyor. Bu tutumun arkasında bir rasyonalite arayanlar boşa çaba harcıyor. Çünkü Erdoğan, konuya ilişkin bir Kuran hükmü (Bakara, 275) bulunduğunu belirterek, aldığı kararın tartışılamayacağını ilan ediyor. Çevresinde ya da yönetici kadro içinde kimse itiraz edemiyor. Atadığı bürokratlar kararı uyguluyor.

EBUSUUD’UN FETVASI

Öte yandan, Erdoğan-AKP iktidarının faizleri yüzde 12’ye kadar indireceği de belirtiliyor. Bu tutumun akıllara durgunluk veren bir nedeninin olduğu söyleniyor. İnanılır gibi değil, ama yaklaşık 500 yıl önce Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Şeyh-ül İslam’ı Ebusuud Efendi’nin (1490-1574) bir fetvasının referans olarak alındığı belirtiliyor. Buna göre yüzde 12 faizin, ehveni şerriye kaideleri gereği İslami ilkelere uygun sayılabileceği ileri sürülüyor. Bugüne kadar uzanan teolojik literatürün önde gelen “alimlerden” biri olan Ebusuud Efendi, daha çok Anadolu’daki Alevi-Türkmen kırımı için fetva veren şeyhülislam olarak biliniyor.

Şimdi biraz durun ve düşünün… Farkında mısınız, uzunca sayılabilecek bir süreden beri 21. yüzyılda modern bir ülkenin, Ortaçağ değerler dünyasına dayalı referanslara göre yönetilip yönetilemeyeceğini tartışıyoruz.

AKP’NİN AMOK KOŞUSU

AKP iktidarı giderek bir Amok koşucusuna dönüştü. Ortak aklı teslim alan bir çılgınlık hali içinde hedefe koşuyor. İnsanın doğasına, tarihin mantığına, çağın ruhuna aykırı ölümcül bir koşu bu... Önüne çıkan her şeyi yok eden, dahası sonunda kendisinin de yok olmasına yol açacak çaresiz bir saldırganlık durumu sergiliyor.

Amok sözcüğü Endonezya-Malezya kültüründen geliyor. Amok, bir tür delilik humması, yok edici bir saldırganlık durumudur. Bu hummaya yakalanan kişi, engellenemez kör bir öfke ile önüne çıkan herkese elindeki bir hançerle saldırıyor. Amok koşucusu durmuyor, duramıyor… Çünkü Amok, hiçbir şeyi duymuyor ve görmüyor. O, sadece hedefine kilitleniyor. Amacına ulaşmak için sadece koşuyor ve yoluna çıkan her şeyi yıkıyor. Bu koşu, biri onu vuruncaya ya da kendi kendine düşüp ölünceye kadar sürüyor.

Çağımızın büyük yazarlarından Stefan Zweig, ilk baskısı 1922 yılında yapılan ve güncelliğini hiç yitirmeyen “Amok Koşucusu” adlı ünlü yapıtında, insan ruhunu teslim alan böyle yıkıcı bir yolculuğu anlatır. Hollanda sömürgesi olan Doğu Hint Adalarındaki bir doktorun saplantı haline getirdiği amacına ulaşmak için başladığı ölümcül bir koşunun hikâyesini anlatır.

Erdoğan-AKP iktidarı, tıpkı bir Amok koşucusu gibi bu toprakların 200 yıllık aydınlanma ve modernleşme yürüyüşünü tersine çevirerek İslamcı bir rejim kurmak için, ölümcül bir çabaya girmiş durumda. Bir Amok gibi saldırgan ve yıkıcı... Hiçbir siyasi ve ahlaki ölçü tanımıyor. Zaten uçurumun kenarına sürüklediği bir ülkenin kaderi üzerine kumar oynuyor. Sonuçları ne kadar yıkıcı, kazanma şansı ne kadar az olursa olsun sürekli hamle yapıyor. Mutlaka kazanmak istiyor.

İnanç merkezli bilgi anlayışını kamusal yaşamın ve devlet işlerinin eksenine yerleştirmeye çalışan –ki bu bir Ortaçağ arızasıdır- AKP iktidarı, kaybederse karşı devrim sürecinin sert bir kırılmaya uğrayacağını görüyor. Bu nedenle yüz yıl sonra yakaladığı fırsatın elinden kaçmasından korkuyor. Bu durum onu daha da saldırgan hale getiriyor.

SEÇİMDEN KAÇACAKLAR

İslamcı-faşizan iktidar artık ülkeyi yönetemiyor, kontrolü her geçen gün biraz daha yitiriyor. Bu nedenle akıl dışı “ideolojik” adımlar atmakta ısrar ediyor. Türk ekonomisini ve parasını savunmasız bıraktığı gibi, bütün dış operasyonlara ve vurgunculara açık hale getiriyor.
Şimdi, krizin yaratacağı bazı siyasal sonuçlara ve kimi olasılıklara biraz daha yakından bakalım.

1. Ekonomik krizin de hızlandırıcı etkisiyle iktidar blokundaki çözülme derinleşiyor. TÜSİAD’dan sonra, daha çok küçük ve orta boy işletmelerin ağırlıkta bulunduğu, sermayenin çatı örgütü niteliğindeki TOBB’un Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun da iktidarı eleştirmeye başlaması bu anlama geliyor. AKP, dinci çekirdek oylarına doğru daralıyor. O nedenle İslamcı retorik daha fazla öne çıkıyor.

2. AKP’nin erken ya da zamanında yapılacak bir seçimi kaybedeceği, dahası ağır bir yenilgiye uğrayacağı kesin görünüyor. Merkez sağ ve “demokratik milliyetçi” kadrolarını ve tabanını kaybeden MHP açısından tablo daha da kötü. Faşist hareketin yüzde 4 ila 7 arasında bir oy tabanına sıkışacağı gözleniyor.

3. Mevcut duruma bakınca Erdoğan yönetiminin son ana kadar direneceğini saptamak yanlış olmayacaktır. AKP bu koşullarda seçimlere gitmek istemeyecektir. Çünkü AKP liderliği, Cumhuriyetin tümüyle imha edilerek düşük yoğunluklu da olsa İslami bir rejimin kurulması için 2023 seçimlerini aşmasının şart olduğunu düşünüyor. Amaç, geri dönüş eşiğini geçerek, iktidarlar değişse bile rejimin değişmeyeceği kalıcı bir düzen kurmaktır. Dolayısıyla, AKP yönetici kliği, 2025 ya da 2026’ya kadar iktidarı bir şekilde elinde tutarak, bu arada ekonomik krizin etkilerini de silmek isteyecektir. Niyet budur.

4. Seçimleri ertelemek ya da iptal etmek için toplumu sarsacak bazı provokatif operasyonların yapılabileceğini değerlendirmek gerekiyor. Öyle ki, bu olasılık Japonya’nın uluslararası büyük yatırım bankalarından Nomura’nın bu hafta yayınlanan raporunda bile yer alıyor. Söz konusu raporda, “bir dış olay” gerekçe gösterilerek olağanüstü halin (OHAL) ilan edilebileceği, böylece seçimlerin ertelenebileceği de ileri sürülüyor. OHAL yasası, cumhurbaşkanına seçimleri 12 ay süreyle erteleme yetkisi veriyor. Bu ertelemenin tekrarlanabileceği belirtiliyor.

5. AKP’ye yakın hukukçulardan, bir dönem Erdoğan’a danışmanlık da yapan Türkiye Bilimler Akademisi üyesi Prof. Dr. İzzet Özgenç’in, ekonomik kriz gerekçesiyle (Anayasa’nın 119. Maddesi) olağanüstü hal ilan edilebileceği yolundaki açıklaması ciddiye alınmalıdır. Şu sıralarda Erdoğan ile mesafeli olduğu belirtilen Özgenç’in, iktidara yol göstermekten çok, kamuoyunu uyarmaya çalıştığını düşünüyorum. Çünkü bu olasılık hiç zayıf değildir.

6. Seçimleri hangi gerekçeyle olursa olsun, iptal ya da erteleme girişimi gerçekte Erdoğan-AKP iktidarı için bir yenilgi anlamına gelecektir. Böyle bir gelişme karşısında, AKP iktidarının sürdürülmesi imkansızdır. Bu durumda ya toplumun ve muhalefetin zorlamasıyla (örneğin AKP’nin parçalanması sonucu) Türkiye seçime gidecek ya da bir çatışma ve kaos ortamı oluşacaktır. Böyle bir ortamda güçlü olasılık AKP’nin iktidarı kaybetmesidir. Ancak İslamcı hareketin her durumda yenilgiye uğrayacağını sanmak en büyük yanılgı olacaktır.

7. Demokratik çıkış için ilk adım, iktidarın seçimleri erteleme girişimini engellemektir. Daha önemlisi ülkeyi kırıp dökmeden erken ya da zamanında yapılacak demokratik ve adil bir seçime taşımak, sandık güvenliğini sağlamaktır. Siyasal ve toplumsal muhalefetin bu konuda eli güçlüdür. Çünkü tek meşruiyet kaynağı seçim olan AKP’nin, bu istem ve baskıdan sonsuza kadar kaçması mümkün değildir.

Demokratik bir çıkış için muhalefet güçlerinin -zımnen de olsa- asgari bir program temelinde “geniş cephe” oluşturması zorunluluktur. Millet İttifakı, sol kanadı tahkim edildiği takdirde, geniş yelpazeli demokratik bir cephe için zemin oluşturma kapasitesine sahiptir. Bunun için kesintisiz bir mücadele yürütmek ve “aman provokasyona gelmeyelim” diye özetlenebilecek pasifikasyon rüzgarına kapılmamak şarttır. Bütün olasılıklara hazır, dinamik, sorumlu, uyanık ve aktif bir muhalefet çizgisi izlenmelidir.

Toplum bir değişime hazır görünüyor. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de siyasal İslam yüz kızartıcı bir iflasa doğru sürükleniyor. Sol, eğer bu toplumsal dalgayı yakalar ve dönemin ihtiyaçlarına uygun bir mücadele hattı kurabilirse, yeniden etkili bir güç olarak tarih sahnesine çıkma ve siyasete ağırlık koyma şansını yakalayacaktır. Böylece, ülke kötü bir restorasyoncu seçeneğe mahkum olmayacaktır.