2001 krizinde tepkiler devrimci bir doğrultuda kanalize edilemediği noktada siyasal İslam’ın iktidarı gündeme gelmişti, bugün de krizin faşizmin manivelası olmasının önüne geçmek, ancak toplumsal alanda barikat oluşturmakla mümkün

Kriz ve sol

Ekonomik kriz, ABD ile gerilim gölgesinde derinleşmeye devam ediyor. Öte yandan ekonomik kriz bölgesel ve uluslararası bağlamlardaki krizlerle iç içe geçerek karmaşık bir biçim de alıyor. Bu karmaşa içinde muhalefet de ciddi bir kafa karışıklığı ortaya çıkıyor. Böylesi bir durumda doların dalgalanmasına bağlı yükselen ve düşen nutuklar-gösteriler eşliğinde ülke tarihinin en büyük krizi –iktidarın yelkenlerini doldurarak- yaşanmaya devam ediyor!




Ekonomik krizle iç içe geçen hatta onun üzerini örten temel nokta, Ortadoğu bağlamındaki gelişmeler. Suriye’de siyasi geçiş dönemine (ülkenin paylaşımına) ilişkin görüşler etrafında bir gerilim hattı oluşuyor. Türkiye, uzun zamandır Suriye’de İdlib merkezli İslamcı bir iktidar alanını koruma ile Kürt inisiyatifinin sınırlanmasını temel alan bir askeri-politik çizgi izliyor. Burada da ABD-Rusya dengesi içinde taktik hamlelerle güç oluşturmaya çalışıyor. ABD ile bugün Rahip Brunson üzerinden gelişen yaptırımlarla ekonomik bir görünüm kazanan gerilimin arkasında Suriye ile birlikte İran’a uzanan Ortadoğu merkezli bu gerilimler var. Emperyalist kampın iç çelişkileri olarak gerçekleşen, dünyadaki yeni güç dengeleri nedeniyle de çatallaşan bu tablo durumu daha karmaşık hale getiriyor. Bu çelişkiler etrafında saflaşma yanlış biçimde Anti-Amerikancılık olarak da gündeme getirilebiliyor.



Ekonomik krizin bu gerilimin gölgesi altına sokulması ve bu eksende hem Erdoğan hem de Trump’ın iç siyaset ihtiyacı çerçevesinde köpürtülmesi, yaşananları ABD-Türkiye arasındaki bir mücadele eksenine sıkıştırıyor. AKP, 15 Temmuz sonrasında tüm kritik noktalarda yığınağını tam da bu noktada, ‘dış mihraklara karşı mücadele’ eksenine yaptı. Bu hem içerde milliyetçi reaksiyonu yükselten hem de büyük güçlere meydan okuyan ‘güçlü lider ve güçlü ülke’ imajını de kuvvetlendiren bir durum olarak bugün de etkili bir propaganda yöntemi olarak işliyor. 24 Haziran baskın seçim kararı ve seçimlerin gerçekleşme biçimine bakıldığında da iktidar blokunun hem Suriye’deki çözüme ilerleyen sürecin oluşturduğu gerilimler hem de ekonomik krizin yaratacağı sonuçlar karşısında hazırlıklı –ve kemikleşmiş biçimde- bu sürece girmiş görünüyor.

Bu gelişmeler karşısında muhalefet cephesinden de ciddi bir kafa karışıklığının oluştuğu ortada. Bir kesim bu süreci anti-emperyalist mücadele ekseninde ele alarak, iktidar destekçiliği çağrısı yapıyor. İYİ Parti ve CHP’nin de ‘milli mesele’ söylemiyle iktidar saflarında yer alıyor. Bu tablo karşısında, muhalefetin ‘normal piyasa düzenine dönüş’ –bir tür Dervişçilik yaparak- etkili olmasının da mümkün olmadığı koşullarda muhalefet kulvarı neredeyse tümüyle boş kalıyor. Burada üzerinde durulması gereken asıl faktör, iktidarı zayıflatması beklenilen ekonomik krizin şu aşamada iktidarın yelkenlerini doldurmaya devam etmesi karşısında muhalefet hareketinin nasıl konumlanması gerektiği sorusudur.

Bu noktada tam da 2001 krizinden farklı olarak, ekonomik kriz ortamına girilirken iktidar blokunun bütünleşik kalmaya devam ettiği, bu anlamda da krizin iktidarı yıpratmak bir yana, faşizmin kitle desteğini kemikleştirecek bir etki yaratma ihtimalinin de görüldüğü bir evredeyiz. Toplumda ekonomik krize karşı ‘sahte dolar yakma’ vb absürd görünen tepkiler bir yana ‘dış mihraklar’ algısı etrafında ciddi bir reaksiyonun oluşmaya başladığı görülüyor. Medya propagandası eşliğinde oluşturulan ABD’ye meydan okuma ruh hali içinde, iktidara kenetlenme üzerinden yeni bir milli-gayri milli ekseni adım adım kuruluyor. Bu durum protestoların absürdlüğüne bakılarak geçiştirilmeyecek bir kitlesel ruh hali ve krizi algılama biçimi olarak üzerine düşünülmesi gereken bir nokta.



Bu tablo karşısında muhalifler, siyasal İslam’ın gerçek anlamda anti-emperyalist olamayacağını anlatarak ya da bu ekonomideki bataktan yeni bir iktidar krizi bekleyerek bugünkü seyirci durumunu değiştiremez. Daha ötesine gidilirse, (özellikle de sosyal medyadaki tepkilere bakıldığında) muhaliflerin, kendi kabuklarına doğru çekilerek, AKP›ye oy verenlere öfke içinde ‘daha beterine çağrı’ yaptığı bir kriz sevici pozisyona büründüğünü aynı zamanda ABD karşısında bir hayırhah tutum içine sürüklendiği de görülüyor. 24 Haziran sonrasının karamsar iklimi altında şekillenen bu tutumlar bir protesto-gösteri ile ya da şimdi de yerel seçimler var diyerek aşılabilecek bir durum olarak görülmemeli. Bu ancak yeni bir muhalif hareketlilik içinde aşılabilir. Daha ötesinde bu kriz karşısında sol bir seçeneğin yaratılmasını da mümkün kılacak, bugün bunu mayalandıracak adımlar atılarak gerçek bir hareketlenmenin imkanlarını çoğaltabiliriz.



Türkiye’nin krizden çıkışına ilişkin farklı görüşlerin tartışıldığı bir noktada değiliz. Bugün, iktidarın belirlediği sınırlar henüz aşılabilmiş değil. Ancak, ülke tarihinin yaşanan en büyük ekonomik krizlerinden birisinin ortaya çıkardığı sonuçların üzerinin uzun süre bu şekilde örtülebilmesi hiç de kolay olmayacaktır. Bugünkü köpük ortadan kalktığında, iktidarın kriz karşısında şimdiden sermayeyi kurtarma planları etrafında başvurduğu çözümlerle birlikte, özellikle de yoksul-emekçi halkı kontrol mekanizması olarak hayata geçirdiği sosyal yardımların sınırlanmaya başlaması, hayat pahalılığı ve işsizliğin derinleşmesi toplumsal bir kaynamayı gündeme getirecektir. İktidarın, ideolojik aygıtları ve yeni baskı mekanizmalarıyla birlikte kontrol altına almaya çalışacağı bu kaynama durumuna solun etkili bir çözüm gücü olabilmesi, bugün doğru siyasetlerle doğru yerde mevzilenmesine bağladır.

Bunun başlangıcı da krizin üzerine örtülen gölge üzerinden tartışmak yerine ekonomideki baş aşağı gidişte iktidarın sorumluluklarını ortaya koyarak, bunu topluma anlatacak kanallarımızı daha etkili kılmak ve çoğaltmaktır. Her gün her şeye yeni zamların geldiği, alım gücünün bir kaç haftada yerlere çakıldığı, üreticinin ürettiğini satamadığı... Özetle emekçi halkın krizi her gün hayatında yaşamaya başladığı bir noktada bunları dert eden, bunları politikleştiren ve bu eksende toplumun sorunlarına yanıt verecek adımlarla başlanarak daha ileriye yürünebilir. Solun uzun vadede kriz karşısında seçenek olabilmesi bugün iktidarın sorumluluklarını ortaya koyabildiği ve toplumun sorunlarına yanıt verecek direniş-dayanışma ağlarını kurarak, alternatifler oluşturmaya başladığı oranda gerçek olacaktır. 2001 krizinde tepkiler devrimci bir doğrultuda kanalize edilemediği noktada siyasal İslam’ın iktidarı gündeme gelmişti, bugün de krizin faşizmin manivelası olmasının önüne geçmek, ancak toplumsal alanda barikat oluşturmakla mümkün.

Ama tüm bunları başarmak önce bu ülkenin emekçi, yoksul ve güzel insanlarına inanmak ve onları sevmekle mümkün...