Krizden kaçış yok

MELTEM YILMAZ
@meltemmmylmz

Ekonomist, finans danışmanı ve öğretim üyesi Dr. Mustafa Murat Kubilay, bu haftaki Pazartesi Söyleşisi’nin konuğu oldu.

Lisans ve yüksek lisans öğrenimini ODTÜ işletme ve finansal matematik bölümlerinde tamamlayan, King’s College London’da uluslararası iktisat ve finans alanlarında araştırmalarına devam eden Kubilay, Türkiye’nin içinde bulunduğu döviz krizi ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Kubilay, “Bu krizden bir kaçış yolu artık kalmadı; yalnızca krizin süresiyle, şiddeti azaltılabilir”dedi. Bakan Albayrak’ın bahsettiği modele ilişkin de konuşan Kubilay, “Toplantıda dile getirilen önlemler ve hedefler; bugüne kadar yapılamayanların itirafından başka bir şey değildi” ifadelerini kullandı.

»Öncelikle doların önlenemez yükselişini nasıl açıklıyor, hangi etmenlere bağlıyorsunuz?

Türkiye’de dolar kuru Mayıs 2013’ten itibaren neredeyse düzenli olarak artış gösteriyor. Bunun arkasında ABD Merkez Bankası’nın daha önce eşi benzeri görülmemiş para bolluğu ve düşük faiz politikasını devam ettirmeme sinyali bulunuyor. Yalnızca Türkiye için değil; Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika gibi diğer birçok dış finansmana muhtaç gelişmekte olan ülkede de sarsıntıya yol açmıştı. Yaklaşık 5 yıllık dönem boyunca gittikçe gerilen siyasi ortam ve çok sayıda seçimin neden olduğu siyasi belirsizlikler de artışın patlamaya dönüşmesinde tetikleyici oldu. Ancak tek bir cümleyle söylemek gerekirse; tüm bu yükselişlerin arkasında Türkiye’nin gittikçe artan şekilde döviz cinsi borçlanması ve bu borç finansmanı için küresel yatırımcıların ağına düşmüş olması bulunuyor.

»Son iki hafta içinde yaşananları nasıl okumak gerekiyor?

Son 2 hafta içerisinde dolar kurundaki 4,85’ten başlayan sıçramayı da bu durumun bir uzantısı olarak görmek gerekiyor. Bunun finans terminolojisindeki ismi spekülatif atak. Günlük hayattaki kullanımda spekülasyon ile kanunen bir suç olan manipülasyon kelimeleri sıklıkla karıştırılıyor. Spekülasyonun sahip olduğunuz tasarrufları herhangi bir yatırım aracına bağlayıp kâr beklentisi elde etmek olduğunu belirteyim; kısacası yastık altında altın tutuyorsak küçük çaplı da olsa altın spekülatörü oluyoruz. Elbette küçük değil; büyük, kurumsal ve özellikle yabancı yatırımcılar bu şekilde bir yatırım stratejisi izlediğinde sonuçları yaşandığı üzere farklı oluyor. Her spekülatif atak belirli bir makroekonomik ve siyasi zayıflığın tespit edilmesi sonucunda oluşmaya başlıyor ve esasında çok da önemi olmayan nedenlerle fitili ateşlenip başarıya ulaşıyor. Tıpkı MGK’de Anayasa kitapçığının atılmasının 2001’deki krizi ateşlemesi gibi.

»Peki Türkiye’nin bu derece kırılganlığını nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Türkiye’nin üzerine spekülasyon yapılan kırılganlığı; yılların birikimiyle oluşmuş olan özel sektörün net döviz cinsi borçlarının geri ödenemeyeceğine inanılması ve borcun döndürülmesi için yatırımcının talep ettiği daha yüksek faizin karşılanmayacağı beklentisi. Net dış borca sahip ve üstelik düzenli cari açık veren bir ülkeyseniz; yatırımcıların taleplerini kabul etmek zorunda kalıyorsunuz, etmediğinizde ise para biriminiz değer kaybediyor.

»Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ve iktisadi çıkmazları nasıl değerlendiriyorsunuz?

En büyük iktisadi açmazımız döviz cinsi dış borcumuz; TCMB verilerine göre özel sektörün net 217 milyar dolar döviz cinsi borcu var. Siyasi açmazımız ise gidişatın ciddiyetini anlamamış veya anlasa bile önemsemeyen ve önemsese bile çözemeyen bir hükumetin iktidar olması. İkisini de biraz detaylandırmak isterim. Bu derece yüksek borcun bir nedeni var: hükumetin büyüme takıntısı. Söz konusu olan günü kurtarmak adına dış borç elde edilip büyümenin zoraki itilmesiyse; bunun başka bir ismi var: popülizm. Seçimleri kazanmak için büyümenin dış sermayeye dayandırılması ve neticesinde oluşan borçların geri ödenmesi zor, döndürülmesi bile kolay olmayan hale gelmesi. Tabi tüm bu süreç hükumetin gözetimi altında ve bilinçli tercihi ile gerçekleşti.

»Geçen hafta Bakan Albayrak konuya ilişkin yeni bir modelden bahsetti?

Evet, ancak toplantıda dile getirilen önlemler ve hedefler; bugüne kadar yapılmaya çalışılan ve yapılamayanların itirafından başka bir şey değildi. Albayrak’ın sunum esnasındaki ciddiyetsiz tavırlarının dış yatırımcılar ve Türkiye iş dünyasınca da olumlu karşılanmayacağını belirtmeliyim. Hepsinden öte yapılan açıklamada krizden en çok etkilenecek olan orta ve dar kesimli sınıfı koruma amaçlı samimi bir önlem bulunmuyordu. Bu kriz, demokrasinin yalnızca seçim olarak algılanmasının iktisadi sonucu. Enflasyon ve işsizlik gibi sorunlar ile dış politik gerginlikler ise bu iki çıkmazın doğal sonuçları.

»Kendini ekonomik göstergeler üzerinden sert bir şekilde gösteren Türkiye- ABD ilişkileri, tahminlerinize göre hangi yönde seyreder ve Türkiye ekonomisindeki gidişatı nasıl etkiler?

Öncelikle ABD’nin izlediği politikanın birkaç günde tasarlanmadığını ve Trump’ın kendi kendine yarattığı bir gündem olmadığını belirtmek gerek. Bunun anlamı şu; ABD hem Türkiye’yi hem de hükumeti sıkıştırmaya devam edecek. En büyük zayıflığımızın finansman açığımızın olması ve uluslararası finansal piyasaların düşünüldüğü gibi serbest piyasa olmayıp Batılı finansal kuruluşların kartelinde bulunması yaptırımların bu yönlü olabileceğini göstermekte. Türkiye hala ABD’nin bölgedeki İsrail’den sonraki en istikrarlı müttefiki. İncirlik Üssü’nde nükleer silahların depolanması da bunun doğal sonucu. Tüm bunların anlamı: AB’nin görece tarafsız kalmaya çalışacağı, ABD’nin ise Türkiye’nin jeopolitik konumuna ihtiyacını azaltarak daha fazla finansal yaptırımlar uygulayacağı. Halkbank davasına ilişkin cezanın da bu sonbaharda açıklanacağını belirtmem gerek.

»Bu tip gerginliklerin sonucunun Türkiye toplumuna etkisi nasıl olacak?

Elbette bu tip yaptırım ve gerginliklerin sonucu Türkiye için ağır olacak, çünkü bu kadar dış borcu alarak zaten bir şekilde bu strateji oyununu kaybetmiş durumdayız. Dış finansmana muhtaçsanız ve para size gelmekte nazlanıyorsa ya daha çok faiz vereceksiniz ya da kur artışı yaşayıp yeni yatırımcının daha yüksek kurdan parasını Türkiye’ye getirmesine ses çıkarmayacaksınız. Türkiye’de yaşananlar bundan ibaret. Tüm bu sürtüşmelerin arkasında yatırımcıların kar güdüsünün olduğunu faiz-kur kıskacına yakalandığımızı söylemem gerek. Yaşadığımız kur krizi nihayetinde reel sektöre bütünüyle sirayet edecek ve muhtemelen Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizi haline gelecek. Üstelik tüketime alışmış yeni neslin yoklukla ilk kez karşılaşmasının sonucu olarak Gezi Direnişi’ni aşan sosyal patlamalarla karşılaşacağız. Kriz uzadıkça ekonomik buhrana dönüştüğüne tanık olacağız.

»Trump’tan ikinci bir yaptırım gelebilir mi? Türkiye’yi ne bekliyor?

ABD dünyanın en büyük pazarı ve kota/ gümrük tarifeleri yoluyla bunu ithalatçı ülkelere karşı koz olarak kullanıyor. Ancak bunun ABD’nin esas silahı olmadığını vurgulamak gerek. ABD’nin gerçek gücü hala finansal küreselleşmenin açık ara lideri olmasıdır. Rusya ve İran’a uygulanan yaptırımların bu iki ülkede yarattığı tahribatı unutmamak gerek. 2014’te Doğu Ukrayna ve Kırım müdahalesi sonrası yürürlüğe giren finansal yaptırımlar ile birlikte Rusya ekonomisinin ani duruşa itilerek 2 yıl boyunca durgunluğa girdiğini hatırlatayım. Benzer yaptırımlar neticesinde İran’ın neredeyse 4 yıl boyunca ekonomik kriz ile boğuştuğunu ekleyeyim. Özetle, ticari değil finansal yaptırımlardan çekinmek gerek. İşte tam da bu noktada Halkbank davası aklımıza geliyor ki verilen mahkûmiyet kararının nasıl bir cezaya dönüşeceğini hala bilmiyoruz.

»Tahminlerinize göre dolar yükselmeye devam eder mi, bu bağlamda yıl sonu dolar kaçı bulur soruları herkesin merak ettiği bir konu.

Önceki yıllarda dolar kurunun zaman içerisinde sürekli sıçrayacağına ilişkin tahminleri rahatça yapabiliyorduk; yalnızca tarih ve seviye vermekten kaçınıyorduk. Gerekli olan tek şey dış borçluluğu ve onun kaynağı cari açığı sürekli takip etmek eş zamanlı küresel piyasalardaki risk iştahını izlemekti. Şu anda yurt dışı sıkıntılı ve Türkiye de hasta; tek bilinmeyen hükumetin ne yapacağı. Eğer Albayrak’ın sunumundan öte bir şey yapılmayacaksa dolar kuru yalnızca artmaz astronomik değerlere fırlar. Ancak Mart 2019’da yerel seçimlerin olduğunu biliyoruz ve hükumetin bunu göze alabileceğini sanmıyorum. Her ne kadar konu üzerine hamasi nutuklar sürekli atılsa da çok geçmeden TCMB’nin teslim olacağını düşünüyorum.

»Yurttaşlar bu karanlık tablo karşısında ne yapmalı?

Düşük ve orta gelir grubundaki emekçi sınıfın gerçek gücü dayanışmalarında saklı. Ülkeyi bugünlere getiren iktidara ve taşeronluğunu yaptığı neoliberal ekonomi politikalarına karşı vatandaşlar tepkilerini yalnızca sandıkta değil aynı zamanda sokakta göstermeli. Yüz yıl önce bu topraklarda benzer bir siyasi ve iktisadi buhran yaşanırken emperyalizme karşı bağımsızlık; istibdada karşı hürriyeti cephede kazanılabilmişti. Emekçi sınıflar da yaşanacak krizi tüm acılarına rağmen nihayetinde bir fırsata dönüştürmeli hem gerici istibdada hem de adaletsiz düzene karşı çağdaş ve halkçı Cumhuriyet için sokakta mücadele vermeli.

******

Krizden çıkış yolları

Öncelikle bu krizden bir kaçış yolunun kalmadığını; yalnızca krizin süresiyle şiddetinin azaltılabileceğini belirtmek isterim. İlk olarak kur istikrarı sağlanmak zorunda.Sermaye kontrollerine gitmek borç ödemesini kolaylaştırır ama her yıl vermekte olduğunuz cari açığı finanse edemez hale getirir; üstelik dış politik ağır sonuçları olur.Kur istikrarı sağlandıktan sonra içeride ekonomik beklentilere ilişkin güveni artırmanız gerekiyor. Bunun yolu da tüm ekonomi yönetiminin Albayrak’tan başlayarak görevden alınması. Bu durgunlukla birlikte orta ve dar gelirli kesimin yaşayacağı yaraları dengelemek için sosyal devlet eş zamanlı güçlendirilmeli. Vatandaşın eğitim ve sağlık harcaması yükü devletçe üstlenilmeli. Gerekli finansman iş insanlarına sunulan teşviklerin derhal kesilmesiyle sağlanmalı. Ek olarak gelir vergisinde yeni üst dilimler yaratılmalı; zenginin daha çok vergi alınmalı. Unutmayalım bu parayı vergi olarak almazsanız, o para ülkede yatırım olarak kalmaz yurt dışına kaçar. Eş anlı bir şekilde kaçırılamayacak lüks gayrimenkul gibi yatırım araçlarına servet vergileri uygulanmalı.