Geçen ay fiyatlardaki yükselişin belini kıracaklarını söylemişti Erdoğan; ama kırılan sadece halkın beli oldu. Enflasyonun üstesinden ‘inşallah’ geleceklerini vadetse de, bilimin akışına ters yüzme inadından geriye elimizde sadece şükür ve sabır kaldı. Ukrayna-Rusya savaşıyla yeni boyutlar kazanarak devam eden küresel krizi fırsata çevirecek adımlar attıklarına dair sözleri ise bugün yeni bir krizin filizlenmesiyle gündemimizde. Yayılmacıların el birliğiyle hayat destek ünitesinden ayırıp can verdiği NATO, yıllardır tarafsızlık politikası izleyen İsveç ve Finlandiya ile genişlemenin coşkusuna varamadan karşısında Erdoğan’ı buldu. Ancak oy birliğiyle katılımın sağlanabileceği sürece, elindeki o bir oyun ne kadar kıymetli olduğunu cümle aleme olabildiğince açıktan ifade eden Erdoğan’ın görünür taleplerinin başında İskandinav ülkelerinin terör örgütlerine desteğini kesmesi var. Oysa istek listesi bir hayli uzun ve muhatabı da doğrudan ABD. Vaktiyle atılan yanlış adımların birer faturası sayılabilecek Halkbank davası, F16 satışı, F35 programı, CAATSA yaptırımları derken baş ağrıtan pek çok konu var masada bekleyen.

***

ABD Başkanı Biden’ın rahatlığına bakılırsa, iki ülkenin NATO’ya üyelik sürecini veto edip engelleme hakkı olan Erdoğan ile uzlaşmanın kısa yollarına hâkim gibi. Keza Avrupa’nın duruma karşı bakışında da aynı hava seziliyor. Diplomasinin kenara bırakılıp, pazarlığın seyirlik bir oyuna çevrilmesinin avantaj sağladığını düşünen Erdoğan ve AKP Türkiyesi, batının gözünde eski ve güçlü bir ortaktan, ne yapacağı kestirilemeyen ‘serseri mayına’ dönüşmüş görünüyor. Bu yargıyı besleyecek olaylar yaşandı. “Bu can bu bedende olduğu sürece…” diye başlayan iddialı çıkışlardan bolca geri adımlar atıldı. Plan, program, deneyim ve liyakat gerektiren pek çok konuda olduğu gibi diplomasinin mantığı da, Erdoğan’ın ‘söylerim yaparlar’, ‘isterim olur’ yönetim anlayışıyla ters düşüyor. İddia, sadece sesin yüksekliğinde değil, bilgi ve deneyimin ışığında güçlenir.

***

Ülkelerin diplomatik dil ve davranış kalıpları, yönetim ve lider tercihleri doğrultusunda şekilleniyor. Farklı fikirlere imkan sağlayan demokratik yönetimler ve bu fikirleri kendine tehdit saymayan liderler, doğaldır ki, sorun çıkaran değil, çözüm üretenler kümesine dâhil oluyor. Aksi yönde davranan, yani yuvarlak masa yerine başına oturacağı köşeli mobilyalara sevdalı liderler ise fırsata çevirebileceği krizlerin peşinde koşan, yoksa da o krizi illa ki doğuranların kümesinde yerini alıyor. Dünya üzerinde, şekli ne kadar demokratik olursa olsun hiçbir devlet modelinin, sınırları içinde ve dışında yaşayan halkların ve canlıların, en temel hak olan yaşama hakkına bağlılıkla çalıştığını düşünmesem de, toplumların bu konudaki hassasiyetlerinin arttığını ve seslerini daha da yükselttiğini görebiliyorum.

***

Endüstriyel tarım ve hayvancılığın, betona dayalı kalkınmanın, zehir saçan madenciliğin toprak, su ve havayı, yani bütün canlıların yaşayabilmesi için elzem olan kaynakları tahrip edenlerin, alıştırıldığımız yaşam tarzı olduğunu acı bir şekilde deneyimliyoruz. Artık çok daha fazla sayıda insan, devlet-sermaye işbirliği ile doğal kaynakların arsızca talanına karşı sert bir direniş sergiliyor. Dolayısıyla, tüketim tercihleri ve iklim krizi yetmiyormuş gibi, üzerine birilerinin imparatorluk düşleriyle savaş çıkarttığı, bu da yetmiyormuş gibi, savaşın etrafına yeni savaş olasılıkları katmayı güvenli politika diye pazarlamaya çalışan ‘demokratik’ görünümlü sömürgenler sayesinde hep beraber yeni bir krize doğru koşuyoruz. Gıda krizi. Sorun yeni değil, sadece daha küresel. Artık sağlıklı besine ulaşamamaktan daha fazlası! Küresel açlık krizine dönüşebilecek güçte! Pek yakında ülkelerin bir bir ‘ancak bana yeter’ deyip kapılarını gıda ihracatına kapattığına tanıklık edeceğiz.

***

Peki, Türkiye bu senaryonun neresinde? Yanlış dış politika hamlelerinin sebep olduğu maddi-manevi kayıplarını kumar masasında kazanma derdinde. Kendi kendini besleyebilen sayılı ülkeler arasındayken, inada dayalı ekonomi modeli yüzünden değersizleşen parasını, ucuz kredilerle betona yatırıp koruma peşinde. Hayırlı olsun, krizi fırsata çevirme dönemi bitiyor, krizi çözme devri başlıyor.