Türkiye İstatistik Kurumu’nun dün açıkladığı tarım endeksi verilerine göre sebze üretici fiyatları sadece ocak ayında yüzde 32 arttı. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan vaziyetten depocuları, marketleri, manavları, pazarcıları ve hal esnafını sorumlu tuttu. Böylece ülkeye, kendine, iktidarına karşı oluşturulduğuna inanmak ve inandırmak istediği düşman cephesini biraz daha genişletmiş oldu. Bu oldukça riskli bir tavır […]

Türkiye İstatistik Kurumu’nun dün açıkladığı tarım endeksi verilerine göre sebze üretici fiyatları sadece ocak ayında yüzde 32 arttı. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan vaziyetten depocuları, marketleri, manavları, pazarcıları ve hal esnafını sorumlu tuttu. Böylece ülkeye, kendine, iktidarına karşı oluşturulduğuna inanmak ve inandırmak istediği düşman cephesini biraz daha genişletmiş oldu. Bu oldukça riskli bir tavır çünkü kutuplaştırarak yönetmenin el kitabını yazmış bir parti için açık ki, artık işin içine kendi seçmenini de katmak zorunda bırakan bir mecburiyet söz konusu. Özetle, yapacak başka bir şey yok. İttifaksız girmeye cesaret edemediği yerel seçimlerde hükümet, bugün Türkiye’nin en önemli sorunu haline gelen ekonomik krizi görmezden gelerek başarı sağlayamayacağını anlamışa benziyor; zira yaratılan hiçbir gündem evine bir bağ ıspanak götüremeyen insanın sıkıntısını unutturamadı.

***

İstanbul ve Ankara gibi iki büyük şehrin meydanlarında kurulan tanzim satış noktalarında halka ucuz sebze-meyve satarak, yurttaşın nabzını düşürmek isteyen AKP iktidarının aldığı riskin iki boyutu var. İlki, uzun süreli reddedişe rağmen, ülkede büyük bir para sorunu olduğunun resmen kabul edilmesi, ikincisi de; mahrumiyeti ve fakirliği geçmişin uzun kuyruklarıyla simgeleştirmiş bir iktidar olarak, yeni kuyruklara sebebiyet veren yanlış ekonomi politikalarının beden bulup görünür olması… Türkiye 2019 itibariyle karneyle satılan ürünler listesini meyve ve sebze ile genişletmiş bulunuyor. Meseleyi ülkeyi batırmaya çalışan patlıcan lobisine, seçimleri etkilemeye çalışan soğan depocularına, ülke bekasına göz diken domatesçi halcilere yıkmak bir yere kadar mümkün görünmüş olsa da boş tencereler sınırları zorladı ve harekete geçildi. Depo basmaktan fiyat etiketi takibine kadar sorunun kaynağıyla ilgilenmeyen her hamlede olduğu gibi tanzim satış noktaları da sürdürülebilir değil. Fiyatları artıran koşullar değişmediği sürece zararına satışlar, tıpkı batan kamu yatırımları gibi, halka vergi yükü olarak geri dönecek.
***

Üretimi artırmak yerine samana kadar ithal etme yolunu seçen ve orada da yüksek kur nedeniyle sıkışan iktidar; esnafla, pazarcıyla rekabete girişerek aslında soruna kalıcı bir çözüm üretme becerisinden ne kadar yoksun olduğunu ilan etti. Yönetememe sadece ekonomi değil, meydana gelen pek çok felaket, kriz ve sorunda kendini çırılçıplak gösteriyor. Erdoğan ve AKP’nin her krizden güçlenerek çıktığı düşüncesi de muhalefetin varlık gösteremediği alanlarda sığındığı bir bahaneye dönüşmüş durumda. İki lira için insanın kış kıyamette, saatlerce ayakta beklemesi fiziksel olarak kolay olmadığı gibi, durumun manevi anlamda sebep olduğu mahcubiyeti tanımlamak da basit değil.

***

Kamu bankaları zarar ediyor, yeni yapılan havalimanı ve köprüler batıyor. Gübre, mazot ve tarım ilacındaki artışla baş edemeyen üretici ekimden vazgeçiyor. Maddi varlıklarımız teker teker erirken hepimizi borçlu bir gelecek bekliyor. Bu sebeple; kendi kendine yetebilen bir tarım ülkesiyken nasıl bu hale gelindiğinin halka tane tane anlatılabilmesi gerekir. Muhalefet bunun için önce kendi idaresi altındaki yerel yönetimlerde örnek kalkınma modellerini devreye sokmalı. Örneğin üretici ve tüketiciyi birbirine yaklaştıran kooperatifçilik ilk gündem maddesi olmalı. Sorunun, soğanı karneye bağlamak gibi, tartışmaya mahal bırakmayan bir şekilde kabul edildiği ve zararına satış gibi, mücadele yönteminin sürdürülebilir olmadığı çok açık olan bir krizin iktidara oy kazandıracağını düşünmeden önce yapılabilecek çok şey var.