"Ekonomik krizler, insani krizlerin anası olduğuna göre krizlere çare bulması beklenen eğitimi de kaçınılmaz olarak krize sürükler." Bir okurum (Ergül Adıgüzel), ekonomik krizlerin eğitime etkisini ele aldığımız geçen haftaki yazıya bu ifadeyi alıntılayarak şöyle bir yorum bırakmış: "'Krizlere çare bulması beklenen eğitim..' ???" Bir üstyapı kurumunun altyapı krizini yönetemeyeceği anlamında değilse, okurum, eğitimin meta üretimine yapacağı katkı ile ekonominin krize girmesine engel olabileceğinden söz ettiğimi düşünmüş olabilir. Ekonomik Krizlerin Eğitime Etkileri konulu bir panelde de dinleyicilerden birinin "Eğitim ekonomik krize çare üretebilir mi?" sorusuna muhatap olmuştum. Dinleyiciye verdiğim yanıttan hareketle soruya açıklık getirmek istiyorum.

Baştan belirtmeliyim ki yaşadığımız ekonomik krizler üretim yetersizliğinden kaynaklanmıyor. Ayçiçek yağının bir haftada yüzde yüz pahalanmasının, aynı sürede emeği ile geçinenlerin yüzde yüz yoksullaşmasının nedeni kıtlık değil, bölüşme/bölüştürme kaynaklı sorundur. O nedenle eğitimin piyasa için gerekli olan bilgi ve işgücünü üretmediğini kastetmiş olamam. Vurgulamak istediğim, üretenin yoksulluk, üretime katılmayanın varlık içinde yaşamasını sağlayan düzeni sorgulayacak bilinç ve eylem biçimlerini göstermesi gerekirken eğitimin toplumsal adaletsizliği meşrulaştırıyor olmasıydı. Bu eğitimin işi mi, evet; eğitim tam da bu nedenle ortaya çıktı.

Eğitim, insan eyleminin bilgiye yani teoriye dayanması gereğinden ortaya çıkmış; uzak ve karmaşık planlara ve üst düzey amaçlara yönelinmesi ise planlı yürütülmesini gerekli kılmıştır. İlk müfredatı da bireye, aile ve kabile düzeninden toplum düzenine geçişte gerekli olacak kolektif bilgi ve becerileri kazandırmaktı. Antik Yunan'da, toplumsal yaşam teorisi olarak etik ilkelerle birlikte iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan ayırma yolları öğretiliyordu. İlk öğretmen Sokrates (ondan önce de Sofistler), insanlara yönetime katılma ve haklarını savunma yol ve yöntemlerini öğretiyordu. İnsan eylemini vahiylerin belirlediği dönemin ardından tekrar sahneye çıktığında eğitimin iddiası değişmedi. 19. Yüzyılda eğitim, dinlerin ümmete dönüştürdüğü bireyi, kamusal hayata müdahil olacak siyasal yurttaşa dönüştürmeyi amaç edindi. Hâlâ tüm ulusal ve uluslararası yasalarda eğitimin amacının, etkin bir yurttaş olarak bireyi toplumsal hayata hazırlamak olduğu yazar. Burjuvazinin sınıf çıkarına kullanması, eğitimin asli görevinin bireye eleştiri becerisi kazandırmak olduğu gerçeğini değiştirmez.

Eğitimin krizlere çare üretemediğinden yakınırken sadece ortaya çıkan sonucu tahlil edip çıkış yolu göstermesi gerektiğinden söz etmiş olmuyoruz. Kazandıracağı eleştiri becerisi ile bireyin kriz yaratacak olguları zamanında tespit edebileceğini, eğitimin rolünün bu olduğunu belirtmiş oluyoruz. Çünkü eleştiri, Kant’ın işaret ettiği gibi “Salt aklın (mutlak olduğu söylenenin) sorgulanması, kanıt aranması ve bilgiyi rasyonellikle doğrulayıp yorumlamadır.” Eğitim bize böyle sistemli düşünme becerisi kazandırmadığı için 2 milyar insan açlık çekerken dünya devletlerinin silahlanmaya yılda 2 trilyon dolar harcamama yapmasının ekmeğimizin küçülmesi demek olduğunu anlayamıyoruz. Tutarsız, yalancı ve dolandırıcıları aynı nedenle her seferinde iktidara taşımakla kalmıyor, kalpazan olduğunu fark ettiğimizde de taşıdığımız yerden indiremiyoruz.

Eğer eğitim Antik Yunan'da Platon'un Akademisi, Eukledes’in Megara, Antsthenes’in Kinik, Arstppos’un Kirene Okulu; Aydınlanma düşünürleri John Locke’un, Rousseau’nun, Kant’ın, Marx ve Engels’in, Durkheim’in, Dewey’nin, Freire’nin, Tonguç’un çizdiği rotada kalabilseydi öngörü sahibi insanlar olur, sadece ekonomik krizleri değil, insan nedenli tüm krizleri ve neden olan zihniyetleri ortadan kaldırmış olurduk. Ne yazık ki ortaya çıkmadan krizleri engelleyecek güç ve iradeyi kazandırmakla, çıktığında mücadele yollarını göstermekle mükellef eğitimin kendisi kriz üreten durumda. Şimdi hep beraber onu düştüğü bu krizden çıkarmakla meşgulüz…