Yazı dizisindeki hayali adada geçen olayları bir gazetecinin ağzıyla anlatır Arcayürek. Gazeteci adadan ayrılırken son düşüncesinin ne olduğu sorusuna Arcayürek şöyle yanıt verir: “Bu son diktamen de başımıza geldi ama… Bu da gün gelecek gidecek! O gün, ben kitapta ada diyorum siz Türkiye diyebilirsiniz; bu ülke yine bizim, özgür ve gerçek ileri demokrat olacak!”

Ku-De-Ta

FİLİZ ZABCI

Coup d’état’ya ilk kez Cüneyt Arcayürek’in Cumhuriyet gazetesinde 1985 yılında yayımlanan bir yazı dizisinde rastlamıştım. 1980 darbesinden bir yıl sonra üniversiteye başlamıştım. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde aldığımız derslerin de etkisiyle, son sınıfa geldiğimizde, içinden geçtiğimiz siyasi süreçleri artık belli kavramlarla birlikte anlamaya, çözümlemeye çalışıyorduk. Mesela askeri darbeler ile faşizm arasındaki farkı ya da benzerliği tartışıp duruyorduk.

Fransızcada “darbe” anlamına gelen coup d’état sözcüğünü yazı dizisinin başlığı yapan Arcayürek ise siyasi bir çözümleme derdi olmadan hayali bir adada gerçekleşen “hayali bir darbe”yi anlatıyordu. Bu yazı dizisi, 12 Eylül darbesine karşı yazılmış en etkili eserlerden birisiydi (“Eser” diyorum çünkü daha sonra roman olarak yayımlandı ve bir seri olarak ikinci, üçüncü kitapları da çıktı). Bu kitaplarında yazar, Türkiye’deki siyasi durumu büyük bir beceri ile hicvediyordu.

Şu son beş gündür yaşadıklarımız artık bir hiciv malzemesi olamayacak kadar “absürt” geliyor insana. 104 Amiral’in, Türkiye’nin uluslararası plandakiku-de-ta-863099-1. çıkarlarını ve laiklik ilkesini korumak adına kaygılarını dile getirdikleri imza metni hakkında kopan gürültüden söz ediyorum. Metinde “buram buram darbe iması” olduğu yönünde üst düzeyden açıklamalar gelmekte gecikmedi ve arkasından hızlı soruşturmalar, Ergenekon-Balyoz Davaları’nı anımsatacak şekilde sabahın erken saatinde eve baskınlar ve gözaltılar… Ve evet bir de devletin üst düzey görevlilerinden amirallere yönelik hakarete varan ağır sözler (Bu yazıyı yazarken bir yandan da gazetelere bakıyorum ve İçişleri Bakanı Soylu’nun “namussuzluk bildirisi” nitelemesi ile hakaretlerin devam ettiğini görüyorum).

Amirallerin imza metninde darbe iması var mı yok mu sorusu, artık hicvedilmesi gerekmeyen, kendisi bir komediye dönüşmüş bu olaylar zinciri içinde anlamsız bir içeriğe dönüşmüş durumda. Hâlâ aklı başında olan insanlar ve meslek onurunu kaybetmemiş hukukçular bu metinden darbeye yönelik en ufak bir sonucun çıkarılamayacağını ve yazılanların tamamen düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini dile getiriyorlar.

Bütün bunlardan söz ederken hukukun üstünlüğü, adalet ilkesi ve tarafsız yargı gibi insanlığın binlerce yıl süren serüveni içinde zorlukla kazanılmış değerlerinin hâlâ gerçek hayata taşınabileceğine dair bir umut besleyebiliyoruz. Hâlâ aklını ve sağduyusunu kullanacak ve adalet ilkelerine bağlı bir biçimde hareket edecek yargıçların bulunduğunu düşünüyoruz. Umarım öyle olur.

Yine de aklıma bir soru takılıp duruyor: Ku-de-ta nedir?

Bir hükümetin ya da hâlihazırdaki bir yönetimin hukukdışı, anayasal olmayan ya da şiddete dayalı bir biçimde düşürülmesi diyelim en kestirme yoldan. En bilineni ve ülkemiz açısından tanık olunanı askeri darbeler kuşkusuz.

Darbelerin, özellikle de askeri darbelerin doğurduğu ilk ve kesin sonuç, anayasanın, temel hak ve özgürlüklerin askıya alınmasıdır. Nihayetinde bir “olağanüstü durum” ya da son dönemde sık sık kullanılan bir kavramdan hareket edecek olursak “istisna hâli”dir söz konusu olan. Ülkedeki kurumlar, en başta da Meclis lağvedilir; sonra siyasal partiler, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, dernekler bütün bunların kapılarına kilit vurulur. Olağanüstü durum ya da istisna hali olduğu için güçler ayrılığından falan söz edilemez; demokrasilerde var olan iktidarı sınırlandırma ve denetleme mekanizmaları işlemez olur. Ne yargı bağımsızlığı kalır ne de denetleyici kurumlar olarak yüksek mahkemeler ve [eğer varsa] Anayasa Mahkemesi. Görünürde yasalar ya da bu kurumlar olabilir ama artık bir hukuk devletinden söz etmek mümkün değildir.

Şimdi öyle bir ülke düşünün ki, yöneticileri kendilerine darbe yapılmak istendiğini ya da bunun bir “bildiride” ima edildiğini ileri sürüyorlar. Ve bu ülkede:

İktidar ortağı partinin başkanı “Anayasa Mahkemesi kaldırılsın!” diyor

İktidardakiler Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymuyorlar ve bunu açıkça beyan ediyorlar. Mahkeme “adı var, kendi yok” hükmünde.

Çoğunluğu iktidarın atadığı üyelerden oluşan Yüksek Mahkeme başkanları iktidara sadakatlerini her fırsatta belirtmeyi bir görev addediyorlar ve yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran açıklamalar yapıyorlar.

Meclis devre dışı bırakılmış; sadece gölge bir organ olarak varlığını sürdürüyor.

Yürütme gücü, yargı organlarına ve diğer idari kurumlara tanınan yetkileri gasp ediyor.

Liyakat dışı atamalarla kurumsal yapıların içi boşaltılmış.

İktidarın mali denetimi söz konusu değil, mali denetimi sağlayan kurumlar sadece kâğıt üstünde kalmış.

İktidar, organize suç örgütlerini kendisiyle bağlantılı olduğu ölçüde koruyor; bu örgütlerin muhalefet liderlerine yönelik hakaret ve sindirmelerine sessiz kalıyor.

Özgür basını savunan ya da olguları-olayları olduğu gibi yansıtmaya çalışan tarafsız gazeteciler ile muhalefetteki siyasetçiler saldırıya uğruyor; saldırganlar iktidar tarafından açıkça korunuyor.

İktidarın ideologluğuna soyunmuş kötü kopya (Schmittci) teorisyenler “Hukukun üstünlüğü de neymiş, siyaset güce dayanır!” diye “akademik” yazılar yazıyorlar.

İktidarın çıkarlarıyla ya da niyetleriyle çatışan her düşünce-eylem, darbeci ve terörist olduğu gerekçesiyle kriminalize ediliyor.

Gerçekte darbe yapmış olanlarla bağlantılı kişiler değil ama darbeci olarak yaftalananlar her tür insanlık, hukuk ve ahlâk dışı muameleye reva görülüyor (Tıpkı sömürgecilerin işgal ettikleri ülkelerdeki yerli halka uyguladıkları “insandışılaştırma” siyaseti gibi).

Etkili olması beklenen muhalefet “darbeci” olarak yaftalanmamak için, haksız yere darbeci olarak yaftalananların haklarını savunmuyor.

Özgürlük olmadan yoksulluk ortadan kalkmayacağı halde, muhalefet, özgürlüğü iktisadi sorunlarını gizleyen ikincil bir sorun gibi görüyor, “yapay gündem” olarak addediyor.

Bu liste uzatılabilir, ama gerek yok.

Kendi aklımızı kullanmaya cesaret ettiğimiz zaman başkalarının bize bir yorum sunmasına da gerek yok.

O yüzden bir yorum yazmayalım ve en iyisi yine Cüneyt Arcayürek’in KU-DE-TA’sı ile bitirelim.

Yazı dizisindeki hayali adada geçen olayları bir gazetecinin ağzıyla anlatır Arcayürek. Gazeteci adadan ayrılırken son düşüncesinin ne olduğu sorusuna Arcayürek şöyle yanıt verir: “Bu son diktamen de başımıza geldi ama… Bu da gün gelecek gidecek! O gün, ben kitapta ada diyorum siz Türkiye diyebilirsiniz; bu ülke yine bizim, özgür ve gerçek ileri demokrat olacak!”