Kucağınıza taş gibi kurulan öyküler

DUYGU AKPINAR

Halaza kitabının yazarı Hatice Kocabay, ODTÜ’de Sosyoloji Bölümü’nden yolun başındayken dönüp Boğaziçi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne başlamış, Bilkent’te yüksek lisans yapmış, doktorayı tez aşamasında bırakmış (Bu, kitabı okuyacak okur için önemli bir bilgi, aynı zamanda yazar için de önemli bir yara gibi sanki).

Hatice Kocabay nereden öğrenmiş bu kelimeleri, nereden okumuş, nereden duymuş bilmiyorum ama benim bildiklerime, duyduklarıma benzemiyor. Karakterlerin hallerini, ahvallerini anlatmak için kullandığı cümlelerin kimilerini el yordamıyla buldum, kimilerini de annemin komşusu, bucakçının kel oğlu Mahmut’a emmimin kızını istemeye geldiklerinde duymuştum ama üstünden hayli bir zaman geçince kaybetmişim. Duymak istemediklerimizi anlatıyor, kırıldığımız yerlerden kırıyor bizi. Çocukken gördüğüm fakir sokaklardan, yokluktan, köylülükten, şehirli olamamaktan, saf kötülükten bahsediyor. Kitapta 10 öykü var, kalın da bir kitap değil, bir oturuşta bitirilecek bir kitap gibi ama bitmiyor, kucağınıza taş gibi kuruluyor. Beynimden vurulmuşa çevirdi defalarca, içime oturdu, elimden lanetli bir şeymiş gibi bıraktığım, elime almaya cesaret edemediğim de oldu, okurken lütfen öyle bitmesin dediğim de oldu. Bütün karakterlere bir ah, bütün öykülere bir keşke, bütün mekânlara bir miktar sitem bıraktım. Kitapta en sevdiğim karakterler Kıymet ve İfakat oldu, birbirlerini sağaltmalarına, sarmalarına, sadece birbirlerinin bildikleri bir dille konuşmalarına hayran oldum. Evvel Ahir anneanne ve babaanne hatırasına yazılmış, benim de hatrımda bir yerleri var artık, devirleri daim olsun.

Dursun’un başını sarmayan mendile, ona dersini ezberleten öğretmene, Küçük Emrah’a benzeyen eczacı çırağına bir dizi sitem bıraktım. Dursun çocukluğundan da zürafalı gofretten de vazgeçmek istemedi ama kaderini de görmezden gelmedi. Dursun, dersini bilmiyor muydu gerçekten? Zeliha, aylarca bir halıyı tek başına, ilmek ilmek, everilecek son kardeşinin düğününe bir yabanlıkla çıkmak için ördü. 3 düz, 9 uzun ilmekle bir Türkan Şoray kirpiği kazak örecekti ki vişne çürüğü renginde, alem görecekti görümce nasıl olunurdu. Zeliha ne de güzel olduğunu ne kadar da becerikli olduğunu kimseciklere gösteremedi. Mustafa Hödük’ün gözyaşlarına dayanamadığı için güdük akıllı oldu da Mustafa’nın annesi ne oldu? Didem Madak’tan ‘Pardon diyorum ayağıma bastığında dünya’ alıntısı yaparak başlayan Delik bu zamanların örgütlü kötülüğünü, tekinsizliğini yüzümüze vuruyor. Bu öykünün ağırlığı hakkında bir cümle kurmaya pek de izin vermiyor. Mehmet ve Cambaz’ın kötülüğü pek de başa çıkılabilir bir kötülük değil, Üssük’ün acısı da unutulacak bir acı değil.

Karanlık, son zamanlarda okuduğum en güzel insan diyaloglarından ve kara mizahtan oluşuyor. Diğer öykülerinde kullandığı dile capcanlı, parıl parıl kelimelerle yazılmış demek bence doğru olmaz. Bütün kelimeler yıllardır bir yerde saklanıyormuş da özel bir çalışmayla bulunmuş, hepsi milim milim hesaplanarak yerine yerleştirilmiş gibi, ‘karanlık’ hariç. Karanlık koşar adım yazılmış bir öykü, hep bir yere yetişmeye çalışan, yetemeyen ve vazgeçen bir öykü. Örgü hiç pot yapmadan dikilmiş, başta birbirlerinden ayrı olduklarına inanmak imkânsız. Köstek olanlara şükrettirdi.

Hatice Kocabay’ın Twitter hesabıyla karşılaştığımda kitabı olduğunu bilmiyordum. Eğer kendisi hakkında bir fikriniz olsun istiyorsanız Twitter hesabını takip edin. Her tweet’inin ayrıca hayranı oldum, uzun süre en merak ettiğim yazarlardan biri oldu. Birkaç arkadaşımla sadece tweet’leri üzerine konuşup kitabını merak ettik. Kadınların, çocukların, hayvanların dertlerini anlatan, hem de hiç bilmediğim bir dilde anlatan Hatice Kocabay’ın emeklerinin önünde saygıyla eğiliyorum. Nice öykülerini okumak dileğiyle.