Silivri’den umutlu çıktık. İçeride bulunanlar dimdik ayakta duruyorlar. Eğilen bükülen yok. “Kandırıldık” diyen de yok. Yaptıkları haberleri savunuyorlar, duruşlarını savunuyorlar. Hayatlarından, duruşlarından görüşlerinden ‘delil üretemediklerin’ ötürü belki de garip iddialarla bu insanları içeride tutuyorlar

Kucaklaşmanın sıcaklığı saracak memleketi…

Can Uğur - Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Merkez Yöneticisi

Güneş pırıl pırıl karşımızda, Silivri yolundayız. Bu sefer arkadaşları, tanıdıkları, abileri ziyaret etmek bize düşüyor. Türkiye’de gazeteci olmanın zorlukları biliniyor, zaten tablo da yeteri kadar zengin veri sunuyor bizlere. Neydi gazetecilik için olmazsa olmaz… 5N1K… İşte onun yanına bir de ‘D’ eklemek gerekiyor. Dava’nın D’si. Gerçeklerin peşinde olan her gazeteci için bu ‘D’nin anlamı büyük. En az 5 N 1 de K kadar, olmazsa olmaz haline geliyor meslek hayatınızda. Biz de bu meseleyle alakalı olarak gerçeğin peşinde oldukları için aylardır Silivri Cezaevi’nde bulunan gazeteciler için Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) olarak bir ziyaret gerçekleştirmek istedik. TGS Genel Başkanı Gökhan Durmuş ile Silivri’ye vardığımızda açık görüş günü olduğu için cezaevi oldukça kalabalıktı. Suratlarında hafif tebessüme sahip olanlardan umutsuzluğu ve yorgunluğu her halinden belli olanlara kadar Silivri Cezaevi, memleketimden insan manzaralarından bir kesit sunuyordu bizlere. Bu karenin belki de en sevimli detayı çocuklardı. Kimisi abisine kimisi babasına ya da yakın akrabalarını görecek olan çocukların heyecanı gözlerinden okunuyordu. Biz de bu karedeki yerimizi almıştık. Listemizde Ahmet Şık, Mahir Kanaat, Tunca Öğreten, Kadri Gürsel ve Gökmen Ulu vardı.

Tanıdıklarım…
Ahmet abi ile Mahir abi dışındakileri hayatımda ilk kez görecek oluşum da kaderin cilvesiydi. Meslektaşlarımızla cezaevinde tanışma ‘imkânına’ sahip bir ülkenin yurttaşları olmanın dayanılmaz ‘hafifliği’ de diyebiliriz bu duruma. İlk görüşme, yıllarımızı birlikte geçirdiğimiz gazetemiz çalışanı Mahir Abi’yleydi. 256 gündür özgürlüğünden mahrumdu Mahir Abi. FETÖ-DHKPC-PKK kokteyl örgütü suçlaması ona da yapılmıştı. 256 gün özgürlüğünden mahrum kalan biriyle görüşmenin gerginliğini de yaşamıyor değildim. Görüşme yapacağımız yerde beklemeye başladığımızda bu gerginlik giderek artıyordu. Tabi Mahir Abi’nin benim geleceğimden haberinin olmaması meseleyi daha ‘heyecanlı’ hale getiriyordu kuşkusuz. Kapı açılıp Mahir Abi ile göz göze geldiğimiz an karşılıklı tebessümümüz 256 günün acısını çıkartır türden öldü. Tabi ‘ne işin var lan burada’ diye seslenmesi kurumsal fiyakamı biraz bozmadı değil ama olsun, 256 gün sonrası için değdi. İlk anki gerginliğim yerini arkadaşınla, abinle, yoldaşınla buluşmanın heyecanı ve sevincine bıraktı. Dimdik duran inadına gülümseyeceğiz diyen birinin karşınızda duruyor olmasının verdiği güç de cabasıydı.

Kitap okumak için epey zaman var
Koğuşta günlerini nasıl geçirdiğini kitap okumak için epey zamanının olduğunu anlattı Mahir Abi, biz de dinledik. Bir an evvel özgürlüğüne kavuşmak istediğini söyleyen Mahir Abi, 24 Ekim’de görülecek dava öncesinde destek talebini yineledi. TGS olarak yanında olduğumuzu söyledikten sonra ayrılık zamanı geldi. “Gözlerinin içi gülenler, birileri istedi diye umutsuz olacak değil” diyen Mahir Abi ile vedalaştıktan sonra Tunca Öğreten ile görüşmeye geçtik.

Eşini çok özlediğini söylediğinde mutlulukla hüzün gözlerinde biriken yaşlarda kendisini gösteriyordu ama o da inatla güldü. Biliyor uyduruk bir ‘RedHack algı ekibi’ suçlamasının dayanağının olmadığını. Hem Aziz Nesinlerin, Uğur Mumcuların geçtiği sıralardan geçmenin de bir onuru gururu var. Bu karara imza atanlar tarihte bir dipnot olarak kalacakken Tuncalar hep anılacak. Morali yerindeydi, bir an evvel çıkıp yazmak istiyordu. Haberlerini yapmak istiyor. Terör örgütü üyeliği suçlaması en işlevsel suçlama ülkemizde, Tunca da ondan payına düşeni almış tabi ki. Bahsi geçen örgütten 1 arkadaşının dahi olmadığını anlatırken gülüyordu Tunca, ‘Öyle garip iddialar var ki asıl zor olan bu garip suçlamalara karşı kendimi savunmam.’ Hiç tanımadığınız bir insanla yarım saatte ‘arkadaş’ olunur mu? Olunuyormuş. Tunca ile de olduk. Çıkış için sözleştik, güzel bir masa sözünü de kaşla göz arasında aldı bizden. Tunca’dan neden korktuklarını o an daha iyi anladım.

kucaklasmanin-sicakligi-saracak-memleketi-348019-1.

Ekranlardan tanıyordum
Tunca’dan sonra Gökmen Ulu, Kadri Gürsel ve Ahmet Şık ile görüşmemiz vardı. Kadri Gürsel’le şahsen tanışmıyordum. Kendisini ekranlardan tanıyordum. Nagehan Alçı’ya karşı yalanlara iftiralara karşı duruşundan biliyordum ben de birçokları gibi. Ne yalan söyleyeyim ekranlarda görünenden çok daha sıcak ve samimi biriyle karşılaştım. Çok siyasete girmedik. TGS’nin yarınki Cumhuriyet davasını yakından takip ettiğini söyledik bizlere teşekkür etti ve davanın bir hesaplaşma davasına dönüşmesinden duyduğu endişeyi dile getirdi.

Sözcü Muhabiri Gökmen Ulu vardı sırada. Yaptığı yolsuzluk haberleriyle birçok hırsızın uykusunu kaçırdığını bildiğim Gökmen Abi ile de tanışıklığım yoktu. Ama yarım saat yetti. Gökmen Bey’den Gökmen Abi’ye 15 dakikada geçerken memleketi Dikili’de rakı sözü için son 5 dakika yetti. Kendinden emindi Gökmen Abi de. FETÖ’cülük suçlamasının son yapılacağı isimlerden biri olduğunu söylerken Atatürkçü kimliğine vurgu yaptı.

Bu yaşananlar beni yıllar öncesine götürdü. İslamcıların çok ortada görünmediği İstanbul Üniversitesi’ndeki ilk yıllarımızda duvar yazılarını merakla okurduk. Çoğunluğu eşitlik özgürlük isteyen yazılardı. Bir de tuvaletlere yazı yazanlar vardı. Genelde duvarlara yazamazlardı ama sıkışıp tuvalete girdiklerinde ‘döktürürlerdi’ yazıyı. Ecevit’in ölümünü kafaya takmış bir ‘arkadaş’ şöyle yazmıştı tuvalete: “Kominis Evevit geberdi.” Kimseye görünmeden yazmanın rahatlığıyla olsa gerek imlaya da dikkat etme ihtiyacı hissetmemişti. Ancak altına yazılan ise yukarıdakinden çok daha ‘yerindeydi’: “Ulan Ecevit komünistse ben de Karl Marks’ım.” Sözcü’ye yönelik FETÖ suçlaması da bu kıvamda ilerliyor. Henüz iddianame hazır değil Gökmen Abi’nin avukatlarla görüş kısıtlaması var hukuksuzluklar sürüyor yani nereden tutsan elinde kalan bir soruşturma.

Geldik sona
Ahmet Kaya’nın deyimiyle ‘Geldik sona…’ Ahmet Abi’yi en sona bırakmıştım. Çok konuşalım bol muhabbet edelim diye. Tabi Ahmet Abi’ye beni azarlaması için de biraz zaman vermem gerekiyordu bu sorumluluğumu yerine getirmemek olmazdı. Bir abi ile kucaklaşmanın sıcaklığı her zaman insanı iyi hissettirir bu abi Ahmet Şık’sa bu sıcaklığın ötesinde güçlü olmanın umutlu olmanın resmi haline geliyor. Sımsıkı sarıldık birbirimize. Ahmet Abi’yle yaptığı savunmayı hatırlattığımda şunları söyledi: “Mesele kahramanların yaratılması değil, mesele herkesin elini taşın altına koyması.”

Haklıydı. Haksızlıklar karşısında toplumsallaşamayan mücadeleler nedeniyle bugün bunları yaşıyoruz. Kahramanların hikâyelerine değil de sıradan insanların mücadelelerine tanık olduğumuz zaman karanlık dağılacak güneş doğacak. Gazeteciliğe yeni başladığım dönemlerde tanışmıştık Ahmet Abi ile. Uzun zamandır tanıyoruz birbirimizi. O günlerden bugünlere birçok şey değişti. Değişmeyen şey ise Ahmet Abi’nin azarları oldu. Hiç kırılmadığım bu azarlar mesleki anlamda da çok şey öğretti bana görüşme süremizde de 3 tane haber önerdiğini de eklemeden geçmek istemem.

Görüşmelerin ardından
Böyleydi Gökhan Durmuş ile gerçekleştirdiğimiz görüşmeler. Silivri’den umutlu çıktık. İçeride bulunanlar dimdik ayakta duruyorlar. Eğilen bükülen yok. “Kandırıldık” diyen de yok. Yaptıkları haberleri savunuyorlar, duruşlarını savunuyorlar. Hayatlarından, duruşlarından görüşlerinden ‘delil üretemediklerin’ ötürü belki de garip iddialarla bu insanları içeride tutuyorlar. Mahir Abi’nin devrimciliğini karşılarına alamadıkları için bilmem ne algı ekibi gibi ‘bilim kurgu filmi adını’ andıran bir suçlama yöneltiyorlar. Ahmet Şık’ın dürüstlüğünü, gazeteciliğini suç unsuru sayamadıkları için ‘kokteyl terör örgütü’ uydurmak zorunda kalıyorlar.

Ya çıkacaklar ya çıkacaklar…
Ancak şunu da eklemeden geçmememiz gerekiyor. Bu insanları içeriden çıkarmak boynumuzun borcu. Bu memleketi ‘hayvanat bahçesi müdürünü TÜBİTAK’ta müdür yapan’lara bırakmamak en asli görevimiz. Gazeteciliği suya sabuna dokunmayan içi boş bir ‘tarafsızlık’ ilkesi etrafında tanımlamak yerine gerçekten yana taraf olanların gerçekleri yazdığı bir meslek biçiminde tanımlamamız gerekiyor. Ezen ile ezilenin tarihsel ilişkisinde kenarda durup olanları izlemek ‘tarafsızlık’ değil tam anlamıyla ezenden yana taraf olmak oluyor. Önümüzde Cumhuriyet gazetesi davası var. FETÖ’cülükten yargılanan savcıların Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticilerini FETÖ’cü olduğu için suçladığı bir dava bu. Pazartesi günü Silivri’de görülecek bu davada gazetecilik yargılanıyor. Suçlama açık ve net biçimde iktidara muhalefet etmek. Yapılan yolsuzlukları haberleştirmek, yalanları ortaya çıkarmak ve buna benzer eylemler. Bu davaya sahip çıkmak yetmez Mahir Abilerin davasına Sözcü gazetesi çalışanlarının davasına sahip çıkmaz zorundayız. Türkiye’de Saray’ın diliyle konuşmayan herkes suçlu sayılıyor.

Saray’ın önünde eğilmeyelim
Saray’ın önünde eğilmeyen gazeteciler 5N1K’nin yanına bir de ‘D’ koymak zorunda kalıyor. Bu ‘D’lerden kurtulmanın yolu örgütlenmekten geçiyor. İşte Dışarıdaki Gazeteciler, günlerdir Cumhuriyet davasını gündemde tutuyor TGS, Cumhuriyet önünden yaptığı yürüyüşle bu ülkenin sahipsiz olmadığını gösterdi. Bu tabloyu değiştirmenin yolu yan yana gelmekten gazeteciliğe mesleğe sahip çıkmaktan geçiyor. Pazartesi günü Cumhuriyet davasında içeride tutulanları çıkaracağız. Büyük edebiyatçı ve aynı zamanda gazeteci Eduardo Galeano “Birçok insan ekmek bulamadığı için açlık çekmeye mahkûmdur; kucaklaşma yoksunluğu yüzünden gönül açlığı çekenlerin sayısı ise daha kabarıktır” der. İşte bizler de memleketi asık suratlı, gönül açlığı çeken yiyicilere bırakmayalım içeride tutulan tüm arkadaşlarımızla kucaklaşacağımız günlerin umudu ve mücadelesiyle…