Anlaşıldı.

İkinci dalga gelmezse ‘zafer’ yine Saray’ın olacak.

İkinci dalga gelirse sebebi yine ‘halk’ olacak:

“Halk plaja akın etti vatandaş denize giremiyor” kalıbını güncelleyecekler:

Halk sokaklara akın etti vatandaş korona oldu!

Ama başka bir mevzu daha var tabii. ABD’deki şeyler buraları da tetikler mi? Gerçi bu bakımdan çok önceden beri tedbirler alınmaktaydı.

Tedbirler de gani gani. Son haftalarda olup biteni alt alta sıralayın Saraylıların ne istediğini anlarsınız. Öyle görünüyor ki patlak verdiğinde anında ezebilecekleri bir isyanı bile kendileri çıkarttırmak hevesindeler, yine ve yeniden “Allah’ın bir lütfü” olarak.

Muhalefet ekonomik krizden, hayat pahalılığından, işsizlikten, yoksulluktan söz ettikçe “darbeci, isyancı, terörist” yaftasını yemekle kalmıyor, cezaevini boyluyor. (Bu arada CHP’li vekil korona tehlikesi nedeniyle tahliye edilirken, cezaevinde kalan HDP’li vekillerin demek ki korona bağışıklığı (!) varmış, bunu da öğrendik!)

ABD’deki hadiselere ise elbette aşinayız. ‘Küçük Amerika’ olabilmek, Türkiye oligarşisinin kadim fantezisiydi. Bakın işte şimdi de orası, yani ABD bir nevi ‘Büyük Türkiye’ olmuyor mu? Son isyanlara dair yorumlar ve tepkiler de “Trump sana söylüyorum, Macron, Johnson ‘Ve Saire’ sen de anla” cinsinden. Trump konuyu hemen dış güçlere bağladı, cami ve Kuran bilmediğinden, kilise önüne gitti ve eline İncil aldı, ayrıca Allah değil God diyor ve Kasım seçimleri öncesi o da bu isyanları “God’ın bir lütfüne” tahvil etmek istiyordur. Irkçılar yanı sıra, Hıristiyan şeriatçılığı olan ve İncil’e harfi harfine uymayı şart koşan evanjelik Hıristiyanlık da Trump faşizmini var gücüyle destekliyor. Zaten dut pekmezini akıl edemediğinden “dezenfektan enjekte etmeyi” de önermemiş miydi? Fazlası yok eksiği var. Dokunulmazlık işini de devreye sokarsa şaşırmayız artık.

Kısacası birbirlerinden öğreniyorlar.

Daha yapacakları çok iş var.

Bir işi daha hallettiler. 1980 öncesi ülkü ocakları mensuplarına “güvenlik güçlerinin yardımcısı”, “tosuncuklar” filan denirdi; dönemin başbakanının “Bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz” sözü tarihe geçmişti. Şimdi son kanun değişikliğiyle Bekçiler de Saray rejiminin silahlı gençlik kolu olarak sokaklarda gezecek.

Neden? Parti devleti ele geçiriyor ve devletleşiyor ve devlet de Saraylı oluyor ve böylece partinin işlevi ikinci plana geçince artık kendisi de saray/devlet partisi, sarayın/devletin partisi oluyor. AKP’nin anketlerde erimesi filan önemini kaybediyor. Ayrıca sınıfsal içerik daha da oligarşikleşirken devletin de şahsileşmesi söz konusu tabii ki. (Hayır, “gönlüm razı olmadı” hakkında espri yapmayacağım!)

Peki Muhalefet? Muhalefet yapılmayan seçimleri anketlerde kazandıkça seviniyor! Yapılmayan seçimin kazananı olur mu hiç? Son habere göre AKP yüzde 30’lara gerilemiş. Sanki Saray’ın çok umurundaydı! Aksine iktidarını hiç riske atmaması gerektiğini öğrenmiş olmuyor mu böylece?

Çünkü bir iktidarın desteğini kaybetmesi başkadır, iktidarı vermemek için her şeyi göze almış olması ve böylece iktidara sımsıkı yapışması bambaşkadır ve işte acı hakikat ise bu ikinci durumdur.

İktidarın kırmızıçizgisi yok, çünkü bundan böyle yapamayacağı hiçbir şey yok. Meclisteki muhalefetin de kırmızıçizgisi, yani geriye çekileceği noktası pek kalmadı, çekileceği nihai yere kadar çekiliyor ki o yer artık imha edileceği noktadır. Nokta.

Muhalefetin elbette tek çözümü var: Birleşmek! Ama doğası gereği muhalefet birbirine de muhaliflerden oluşuyor. Hal böyle olunca demek ki muhalefet ancak can havliyle ve iş işten geçmemiş ve canı kalmışsa hakiki anlamda birleşebilecek.

Halk sokaklara akın etti vatandaş korona oldu!

Saraylılar vatandaşlığa el koydu, halkın aklı başına gelir mi?