Böceğe benzeyen, oldukça sevimsiz ve hatta iğrenç olarak tasvir edilmiş, bilinmeyen bir nedenden dolayı dünyaya gelen bu sığınmacıların yerleştirildikleri mülteci kampında insanlarla girdikleri etkileşim sonucunda yaşadıkları yozlaşma ön plana çıkıyor.

Küçük Asya’dan uzaya, göçmenler  ve mülteciler üzerine 3 film

BURAK KEREM YALÇIN & PROF. DR. ULAŞ BAŞAR GEZGİN

İster zorunlu ister daha iyi şartlar için olsun göç, insanlık tarihinin ve belki de insan doğasının ayrılmaz bir parçası. Göç edenleri hukuksal tanımlamalarla mülteci, sığınmacı ve göçmen gibi isimlerle ayırmış olsak da yaşananlar aslında kalamamak ve gitmenin gerekliliğini anlatıyor. Gelenlerin ve karşılayanların çatışmasının öyküsüdür bir yandan da. Kaynak paylaşımı belki de. Dünya tarihiyle karşılaştırıldığında oldukça kısa bir ana denk gelen insan ömründe göç edenlerin ve karşılayanların yer değiştirmesi sadece bir an meselesidir.

Bu yazıda göçmenlik ve mültecilik üzerine birbirinden farklı üç filmi ele aldık.

TRANSIT, 2018

Yönetmen: Christian Petzold

Oyuncular: Franz Rogowski, Paula Beer, Godehard Giese

Yazar Anna Seghers’in kendi yaşadıklarından yola çıkarak sürgündeyken yazdığı 1944 tarihli “Transit” adlı romanından aynı adla uyarlanan film, Nazi işgalindeki Fransa’dan kaçmaya çalışan, Alman siyasi mültecinin hikâyesine odaklanıyor. Roman, İkinci Paylaşım Savaşı yıllarını konu alsa da film günümüzde yaşanmış gibi uyarlanmış. Böylece seyirciye bir dönem filmi seyrettirmek yerine; kendi bildiği zamanda, dünyada, aydınlık sokaklarda geçen gölgeli bir anlatı sunuluyor.

Her adam kendi cehennemini yaşar ve beklemek cehennemdir.

Siyasi bir kaçağın, ölen bir yazarın kimliğine bürünerek Meksika’ya gitmek için Nazi işgalindeki Paris’ten Marsilya’ya doğru olan yolculuk sekansıyla başlıyor film. Yolculuk yaparken, ölen arkadaşının ailesi ile ölen yazarın karısı ve onun sevgilisiyle karşılaşıyor. Bir yandan hızla, yaşadıkları şehre doğru yaklaşan işgalin adım sesleri, diğer yandan yolculuk için beklenen gemiye katılmak için gereken bürokratik işlemler için geçen uğraşıyla, zamanın görece akışını hissedebiliyoruz aynı anda ve her karakterde ayrı ayrı.

Terk edenler mi yoksa edilenler mi daha çabuk unutur?

Film iç içe iki farklı mülteci hikâyesi sunuyor. Nazi Avrupa’sından kaçan bir siyasi mülteciyle, umutları için Fransa’ya kaçak gelen göçmenlerin hikâyesini anlatıyor. Bütün yaklaşımlarda ortak olan tek şey yakalanma, terk etme ve terk edememe korkusu. Aşk, yalnızlık, umut, hüzün her şey bu duygular içerisinde şekilleniyor.

Sistem bir yandan iş olanaklarıyla emeklerini sömürürken, diğer yandan da sürekli yakalanma endişesi altında yaşatıyor kaçak göçmenleri. Böylece başkaldırmayan ve sistemi besleyen köleler ortaya çıkıyor. Sahip oldukları daha az olandan biraz daha fazlasına sahip olmak için göçen bu insanlardan, gerekmediğinde kalabalık evlerinde sıkışan, ortalıkta gözükmeyen, hakları için örgütlenemeyen, verilene razı bir iş gücü oluşturuluyor. Mültecilerin var olmalarından çok görünür olmaları ise başka bir sorun.

Siyasi mültecileri de terk etmek zorunda kaldıkları üzerinden açtığı bir pencereyle anlatıyor, film bizlere. Buradaki dışsal ayrım ise yetenekli ve kalifiye olanların davet edilebilmesi. Daha az öneme sahip meslek gruplarındaki insanlarının seçilememe kaygısı altında ezilmesini görebiliyoruz yan karakterlerde.

REMBETIKO, 1983

Yönetmen: Costas Ferris

Oyuncular: Sotiria Leonardou, Nikos Kalogeropoulos, Michalis Maniatis

İzmirden Yunanistana zorunlu göç ettirilen Rembetiko yorumcusu Marika Ninou’nun hayatından uyarlanan film, 1930’lu yıllardan başlayarak İkinci Paylaşım Savaşı sonrası yıllara kadar uzanan, Lozan Mübadili Rumların yaşadıkları zorlukları, dışlanmışlıkları, dönemin tarihine de ışık tutarak anlatıyor.

Küçük Asya’nın Ezgileri

Film göç etmek veya zorunda bırakılmaktan çok sonrasında yaşanılanları ve zorlukları anlatıyor. Tavernalarda sosyalleşerek yalnızlıklarını, keyiflerini, hüzünlerini, umutlarını ve acılarını paylaşan insanların ötekileşmesini; mübadil Marika’nın erkek egemen bir dünyada kadın olarak ayakta durabilmesini, mücadelesini ve müziğiyle yükselişini; içine attığı duygularının şarkılarına karışırken Küçük Asya’dan gidenlerin sadece insanlar olmadığını, müziğin de göç ettiğini görüyoruz filmde. Burada olanlar için ise bir öbür yaka hikâyesi veya uzaklarda duyulmaya çalışılan tınılar gibidir.

En büyük felaket göçtü!

Yerel insanlar tarafından dışlanmalarını ve kimi zaman aşağılanmalarını izliyoruz. Ötekileştirme gettolaşma ve marjinalleşmeye yol açıyor. Bunu birçok ülkede görebiliyoruz. Dolayısıyla bu ait olamama veya vatansızlık hissinin karakterleri nasıl şekillendirdiği ön plana çıkıyor kişilik gelişimlerinde.

DISTRICT 9, 2009

Yönetmen: Neill Blomkamp

Oyuncular: Sharlto Copley, Jason Cope, Nathalie Boltt

Bilimkurgu ve aksiyon türünde olan yapım, dünyaya sığınmak zorunda kalan uzaylı bir türün yerleştirildiği toplama kampındaki yaşamları üzerinden bir anlatı sunuyor. Önceleri merak uyandıran daha sonra da kaynak tüketen yükümlülük olarak görülmeye başlanılan uzaylıların ve kampın işletilmesinden sorumlu başkişinin uzaylılarla ve diğer otoritelerle olan çatışmasını izliyoruz.

Bir Gregor Samsa vakası…

Böceğe benzeyen, oldukça sevimsiz ve hatta iğrenç olarak tasvir edilmiş, bilinmeyen bir nedenden dolayı dünyaya gelen bu sığınmacıların yerleştirildikleri mülteci kampında insanlarla girdikleri etkileşim sonucunda yaşadıkları yozlaşma ön plana çıkıyor. Bunlardan nefret eden başkişi maruz kaldığı biyolojik bir gaz yüzünden yavaş yavaş bir uzaylıya dönüşmeye başlayınca otoritelerle ve uzaylılarla olan ilişkisi değişmeye ve yeniden şekillenmeye başlar.

Sıranın geçtiği anı

Metaforik bir anlatım sunuyor bize film. Uzaylı sığınmacıların görünümüyle, yerlilerin onlara yaklaşımıyla bizim gibi olmayanlara karşı bakış açımızı kendi yüzümüze çarpıyor. Bunu başkişi gözünden anlatarak yaşanan dönüşüm (metamorfoz) ile hikâyenin uzaylı tarafından bakmamızı da sağlıyor. Uygulanan şiddet ve kötü uygulamalar ve yaşam koşulları çok uzağa gitmeden günümüz sığınma kamplarını anımsatıyor. Bir nevi açık hava hapishanesinin tasvirini uzaylı göndermesiyle anlatıyor film. Ülkeler için ise üremelerinden beslenmelerine bir masraf kapısı olarak görülüyor verecekleri bir şey kalmadığı zaman. Sadece zaman ve koşul meselesi mülteci veya sığınmacı olmak. Belki de bütün göç hikâyelerinin kahramanlarının ortak tek noktası bu.