Onur Akyıl Nasıl yapacağız bilmiyorum ama anılar meselesine hiç girmeyelim; işin o kısmı içinden çıkılacak gibi değil. Her şeyin sahibi olanlar, İskender’in, şimdi olmayışına da sahip olmak isteyeceklerdir, bu fenalık nasıl engellenir onu düşünmek lazım belki… Ama atlamadan, azalmadan hiç, acıyı en derine çekmek, ona orada kalıcı bir yer de yapmak lazım… Çünkü ancak bu […]

küçük harflerle yazdı

Onur Akyıl

Nasıl yapacağız bilmiyorum ama anılar meselesine hiç girmeyelim; işin o kısmı içinden çıkılacak gibi değil. Her şeyin sahibi olanlar, İskender’in, şimdi olmayışına da sahip olmak isteyeceklerdir, bu fenalık nasıl engellenir onu düşünmek lazım belki… Ama atlamadan, azalmadan hiç, acıyı en derine çekmek, ona orada kalıcı bir yer de yapmak lazım… Çünkü ancak bu iki hal bir arada olduğunda anlaşılabilir bir şey olacak İskender üzerine yazmak. Dağınık olmak zorunda ama aynı dağınıklığa emek de verilmiş olmalı; iç içe, epey uzak, en yakın ve en yabancı…

İskender’in şiir serüveni başladığında biz dünyayla yeni tanışıyorduk. O çoktan Derman İskender Över’likten, küçük İskender’liğe terfi ettiğinde, biz yalnızca uzak birer okurduk. Sonra hayat, tuhaf bir biçimde okuduğumuz, dinlediğimiz kim varsa bizi onlarla buluşturdu; bazılarıyla anlaştık, bazılarıyla anlaşamadık hayranı olduğumuzu sandığımız bu isimlerin. Çünkü çoğu sahteydi; yalancıydı, sadece sayfalarda ya da o dönemin müzik imkânı olan teypte bir boka benziyorlardı. Eserlerinde cesaret kusuyor, sokağa çıkmaktan korkuyorlardı… Sonra işte bir gün, daha doğrusu bir gece İskender’le tanıştık… Gerisi yıllarca, onlarca, binlerce anı… Ama dediğim gibi, onları, anıları; anılardaki bizi, İskender’i rahat bırakalım şimdilik, yeri ve zamanı geldiğinde de hepsini anlatacağız.

TOPLUMCU HAYALCİLİK

Derman İskender Över, namı diğer küçük İskender memleket şiirinin en enteresan noktası olarak kalacak her zaman; bunun çeşitli ve çeşitli olduğu kadar geçerli de olan nedenleri var. Şimdi, her şeyden önce şunu söylemek gerekir, Derman İskender Över memleket şiirindeki katılaşmayı kıran, unutulmuş insanı yeniden şiire çağıran ozanların başında gelir. Şimdi başka başlıklar altında tartıştığımız, üzerine konuştuğumuz şeylerin birçoğu, küçük İskender’in tanınmaya başladığı dönemlerde, yeni atlatılmış ve devrimcileri, aydınları büyük bir kıyıma uğratmış faşist darbenin hemen ardında, edebiyat açısından toplumcu-gerçekçi çizginin olanaklarıyla tartışılıyordu. İşte bu dönem içinde küçük İskender aşkın, emeğin bir biçimi olarak insan yaşantısında ve dünyanın yenilememesinde hem teorik hem de pratik açıdan oynadığı rolü ele aldı, öne çıkardı. Fakat bunu bir gericilik biçimi olarak okuyanlar da çıktı zaman içinde, oysa küçük İskender’in her zaman söylediği bir şey vardı; şimdi de hatırlansın: toplumcu – gerçekçilik yerine toplumcu hayalcilik…

Belli ki faşizmden önce ele alınması gereken, giderek yoksullaşan, giderek yabancılaşan bir insan-özne dolduruyordu memleketi. Seksenlerin sonlarından başlayıp, doksanlar boyunca etkili bir biçimde süren kültürel kırılmaların içinde, aslında küçük İskender hiç de ‘yabancı’ bir şiir üretmiyor, aksine yeni toplumun insanlarına yeniden ruh kazandırmaya çalışıyordu. Onu kaybettiğimiz 3 Temmuz 2019’a kadar da bu arayışı, uğraşı sürdü. Bu anlamda çoğu zaman onun kendini tekrar ettiğini söyleyen, yeteri kadar ‘solcu’ bulmayan zekâ pınarları her zaman oldu. Fakat küçük İskender işçilere, emekçilere, âşıklara, kısacası bu memleketin insanlarına her zaman politik bildirilerden, bilmemelerden çok daha çabuk nüfuz etmeyi başardı. Yazdığı şiirler, ürettiği metinler ve özgür insan adına verdiği çaba çoğu zaman gerici kurumlardan, gazetelerden, kendini köşe yazarı sanan paracı amcalardan ağır eleştiriler aldı. Hatta zaman zaman, siz belki pek duymadınız ama, işi ileri götürüp abuk subuk tehditleriyle, hedef göstermeleriyle küçük İskender’i alaşağı etmek isteyenler de oldu. Oysa onun bunlar da ne gözü ne de kulağı vardı; gözü yalnızca dostlarını ve her şeyden çok sevdiği Zozi’yi ve DVD’lerini görürüyordu, kulağı da yine onlardaydı. Gerçeği beslemenin yolunun dünyanın dört bir yanına verilen emek mücadelesinden haberdar olmak kadar, dünyanın dört bir yanında üretilen sanatı anlamaya, algılamaya çalışmak olduğunun da bilincindeydi hep.

O yüzden yakın dostları bilir, küçük İskender’le örneğin bir saatlik bir film izliyorsanız, o film en aşağı dört saatte biterdi. Film sürerken düşünmeyi severdi film üstüne küçük İskender; iki de bir filmi durdurur ve elindeki ders sopasıyla, bir sürü soru sorardı, o an filmi birlikte izlediği kim varsa. Şimdi anılara girmeyelim dedim ama bu kısmı bir anı olarak okumayın, bu daha çok onun sanat eserinin sürekliliği hakkındaki kavrayışını açımlamak adına bir örnek olsun, öyle değerlendirin… Keza kitap okurken de yapardı bunu…

İktidardan uzak durmak

İşte bu sürerken düşünme pratiği; yaşamı, yaşayan şeyleri, yaşarken özgürleştirme pratiğinin bir yansımasıydı. Metinlerinin hepsinde canlılığa dair bir vurgu olarak okunurdu bu; işte bu yüzden ‘çocuklar devletle barışmasın hiç’ isterdi.

‘Sadece kendisi olması gereken insan’ın bir modeli olarak görülebilir küçük İskender. İşte onun için vicdanın ve anarşinin başladığı yer de tam da burasıydı. İktidarlaşan her şeyden ama her şeyden belki de bu yüzden uzak durmak gerekirdi; bu yüzden uzak duruyordu…

Bu yazının acil bir yazı olduğunu anımsatayım; yoksa küçük İskender için, eserleri için bir şeyler yazmanın sonu gelmez.

Nihayet olarak ise şunu söylemek gerekir; o yaşamıyla bu ülkenin onurunu koruyanlardandı, diğerlerinden değil.

Her şey için çok teşekkürler İskender… Küçük küçük binlerce teşekkür…

Biz kazanacağız!