Seçimlerden sonra koalisyon hesapları, partilerin uzlaşma koşulları ile uzlaşmaya yanaşmamalarının nedenlerini dinliyoruz. Konuşulanları dinledikçe, küçük ve büyük hesaplar üzerine düşünmeden edemiyorum. Kuşkusuz herkesin davası, hesabı kendine göre büyük; kendine göre haklı! Oysa, hangi parti, hangi ideoloji veya davadan bakılırsa bakılsın, insanlık penceresi, dünya ahvali, yeryüzünün gerçekleri ile toplumsal ihtiyaç ve öncelikler öne alındığında, her hesabın göreceli olarak küçüleceğini görmek gerek. Bu nedenle partiler ve siyasetçiler ilkeler, kırmızı çizgiler diye konuştukça, konuştuklarında toplumsal duyarlılığa, insanlığa, dünyaya ilişkin kaygılara ya da büyük resmin görüldüğüne ilişkin izler arıyorum. Gördüklerim ise, çok zaman, kendi davaları, kendi egolarının izleri oluyor!

Reel dünyanın reel siyasetinden daha fazlası nasıl beklenir diye düşünmek mümkün. Ancak bu realite ve onların “haklılıkları” içinde toplumsal ihtiyaçlar ve önceliklerin kaybolup gitmesi gibi gerçekler de var; bu toplumun, siyasetçilerin kendilerince “haklı” seçimlerinden çektikleri de unutulamaz. Siyasal tarihimiz bunun örnekleriyle dolu.

Oysa, yaşadıkları siyasal hercümercin dışına çıkıp, güçleri ile egolarını bir yana koyup, dünyadaki kaosa, etrafımızda büyüyen ateş çemberine, insanların çözüm bekleyen sorunlarına odaklansalar, bu ülkedeki kutuplaşmaları, artan sorunları ve tehlikeleri, insanların temel ihtiyaç ve beklentilerini düşünseler, belki, sürüp giden bu kısır siyaset ve çekişmeleri gerçek bir siyasete, “insan ve toplum için çözüm” üreten siyasete dönüştürebilirler! Bugünkü dünyamızda bu tür hayallere pek yer kalmadı biliyorum ama, ne diyeyim; Allah’tan da, demokrasiden de ümit kesilmez!

Görüldüğü gibi, dünyadaki güç mücadelesini, artan kaosu, etrafımızda yanan ateşi, sokaklarımıza yansıyan sefaleti gördükçe, yine hayale kapılıp, siyaset dediğin bunları çözmek için olmalı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Ne yazık ki, bunlar ancak tartışma “konuları” olabilmekteler!

Bir de, hem küresel hem toplumsal düzeyde sürüp giden gelir adaletsizliği var ki, hani, özgürlük, eşitlik, adalet filan diyen siyasetçi için odak konusu olması beklenir. Önümüzdeki yıllarda yüzde kaç büyüme sağlanacağı, kişi başına düşen gelirin ne olacağı, üretimle ihracatın nasıl arttırılacağı hesapları önemli de, adil bir bölüşüm neden dış kapının mandalı! Oysa bölüşüm adaleti, yalnızca “solun meselesi” değil, siyaset yapma “nedeni” olması gereken bir konu!

Benimkisi hayal tabii; rant beklentileriyle ilgili hesapların revaçta; üstelik gelirin kaymağı oradan beklendiğinden hesaplar da, kumpaslar da büyük! Hangi dağı taşı parayla buluştururum; dünyada dolaşan milyarlardan payıma düşeni nasıl arttırırım; hangi siyasetçi ile sermayeyi buluşturup nemalanırım hesaplarından gözler dönmüş, dünyanın ve insanın gerçekleri görünmez hale gelmiş durumda; görmüyor muyum sanki?!Şu bas bas bağıran iklim değişikliklerinin, şu küresel ısınmayla ilgili korkutucu raporların verdiği sonuca bakın! Yeşil ekonomi “yalanından” öte bir şey yok!

En çok yandığım da, ekonomik ve siyasal güçlerin elinde insanın araca dönüşmesi ve kendi arasından kurbanlar verdiğini görmemesi! Geçmişte tanrılara kurban verilmesini ilkel ve vahşice bulan çoktur ama bugün sisteme verilen kurbanlar görülmez ya da kaçınılmaz bulunur! Nereden çıkardın kurbanlığı demeyin! İşsizi, yoksulu çoktan kabullendik de, yerini, yurdunu, geleceğini kaybetmiş milyonlarca mülteciyi, Akdeniz’de çaresizlikten teknelere doluşup boğulanları, iş kazalarına kurban giden binlerce insanı nereye koyalım? Tabii kurbanlar ve sebepleri düşünülmeye başlansa, bu sistemin de, bu siyasetin de “çıplaklığı” görülecek; onun için gözler kapalı!

İşte bu dünyada yapılır siyaset; insan, özgürlük, eşitlik, adalet adına yapılır; demokrasi, hukuk devleti adına yapılır; gerçekte ise, ekonomik sisteme, paraya ve güce hizmet etmesi önlenemez siyasetin. “Para”, günümüz dünyasının en büyük tanrısıdır; efendiliği de, kurbanlığı da o belirler. Teknoloji, bilim, sanat gibi, toplumlar ve insanlar da hem müttefiki hem aracı konumundadırlar. O nedenle Hardt ve Negri’nin “dışarısı kalmayan dünya” nitelemesi üzerinde düşünmek gerekiyor.

Nereden nereye demeyin; kapitalizmin doymak bilmeyen mantığı ile güç ve iktidar tokuşturmasını siyaset sayanların dünyayı da, insanlığı da getirdikleri ortada; her ikisi de imdat çanları çalmakta. İhtiyaç duyulan siyaset ise, tüm bunları düşünmekten ve çare aramaktan geçiyor. Gerisi, tiyatro!