Küçük Kara Balık, Küçük Prens, Tom Sawyer, Peter Pan; hayal hanemizin sonsuz ufkunda at koşturan ele avuca gelmez kahramanlar olarak bize hayallerimize mukayyet olmamız gerektiğini hatırlatıyorlar

Küçük Prens’in şifreleri

LEVENT TURHAN GÜMÜŞ

Geçtiğimiz günlerde, Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde kalan bir tutukluya gönderilen, “Robinson Crusoe”, “Küçük Prens”, “Ali Baba ve Kırk Haramiler”, “Peter Pan”, “Tom Sawyer” adlı kitaplar “şifreli ve kontrolsüz haberleşmeye yol açıp kurumun güvenliğini tehlikeye düşürebileceği” gerekçesiyle verilmedi.
Haberi okuduğunda insanın ilk tepkisi “Bu kadar da olmaz artık” oluyor. Söz konusu haber, içinde yer alan “şifre” ve “güvenlik” sözcükleri öne çıkartılarak yeniden okunduğunda her şey yerli yerine oturuyor.

Denetle! Yasakla! Kontrol et!
Haberin kod sözcükleri bunlar.
Bu eski, insanlığın tarihi kadar eski bir hikaye. Bu hikayenin içinde insanlığın kendi çocukluğu da var, zulüm de, direniş de, masal da, şiir de.
Eduardo Galeano’nun keskin bir gözlem olarak kaydettiği gibi “bir ezenlerin tarihi vardır, bir de ezilenlerin”. Kurduğumuz cümlenin içeriği, yaşanılanları nasıl değerlendirdiğimize, sözü nereden kurduğumuza göre değişebilir. Bir yerde bir yasak varsa, orada buna karşı geliştirilen bir mücadele, bir direniş de var demektir. Türkiye devrimci hareketinin tarihi, özelde mapushaneler üzerinden gerçekleştirilmiş çok sayıda direniş örneği ile doludur. Söz konusu direnişler içinde kitap ve mektuplaşma hakkı önemli bir yer tutar. Bunların bazıları bilinir bazıları bilinmez.

Emirhan Oğuz, “Yaşlı Tutsaklar ile Yeorgios Masalı” adlı masal şiirinde, bakır rengi saçlarının çalılıklarına kuşların yuva kurduğu bir çocukla, çocukların çağla zamanını ararken siyah bereli devriyelere tutsak düşen yaşlı tutsakların gizli yazışmasını anlatır. Hikaye 12 Eylül dönemi zindanlarından birinde geçmektedir. Yedi metrisinde yetmişiki zindan kurulu mahsus mahalin yöneticisi, tabancasının kılıfında sarı renkli bir karanfil taşıdığı için mahpusların “karanfilli albay” adını taktıkları bir subaydır. Yeorgios, yağmur bahçelerinden topladığı can eriklerinin içine gizlediği kargacık burgacık mektupları ayın çıktığı gecelerde sapanıyla uzun duvarları aşırtarak yaşlı tutsaklara postalar. Onlar da bunları sadece kendilerinin anladığı bir dille, duvarlarda bir tür gölge oyunu oynayarak birbirleriyle paylaşırlar. Karanfilli albay, bir şeyler döndüğünü sezer ama koğuşlara yaptığı baskınların hepsinden eli boş döner. Gölgelerden örülmüş fanus zulalar içine saklanmış mektupları bir türlü bulamaz. Şiir bittiğinde bize kalan, uzun duvarlar içinde umudu diri tutmuş bir masaldır.

Öyledir. İmkansız diye bir şey yoktur. Erik çekirdekleri içinde gönderilen mektuplar vardır. Gerçektir. Bir kınalı serçe, fırtına ortalığı kasıp kavururken üstelik, mahsus mahalde yatanın hayal hanesinde bir ateş kartalına dönüşüp Mahmut Dervişin şiiri üzerinden Filistinli tutsaklara ulaşabilir. Ve gün ışırken usulca havalanan bir yusufçuk, alınan tüm önlemlere rağmen demirörgüleri parçalayarak içeri sızabilir, karanlığa gömülmüş hücre duvarlarına umudu nakşedebilir.

Hayal gücü sınırsızdır, kontrol edilemez. 12 Eylülcüler de bunu biliyordu, onların şimdiki tilmizleri de biliyor. İster özel bir alan olan mahpushane üzerinden konuyu ele alalım isterse de toplum üzerinden “kapatılma” dediğimiz şey, kapatmak isteyenin mutlak kontrolünü talep eder. Muktedirin büyük korkusu öngörülemez olandır. Bunun için her kademede, her düzeyde denetim uygular, iğneden ipliğe, saç telinden etek boyuna kadar her şeyi kontrol etmek ister.

Kontrol! Mutlak kontrol!
Hapishanelerin yüksek duvarları, X-Ray cihazları, retina taramalı yüksek güvenlikli arama noktaları, duvar içre duvarlar, kapı üstüne kapılar, mazgallar, demir parmaklıklar, toprağın metrelerce altına uzanan çelik hasır betonlar ve yukarıda, güneş ışığını bölüp parçalayan demirörgüler bunun içindir. Ve dışarıda, Gezi’den bu yana en basit en doğal en insani açıklamayı bastırmak için hazır ve nazır bekleyen olağanüstü artırılmış güvenlik gücü, Robocoplar, çevik kuvvetler, mahkemeler, savcılar ve hakimler bunun içindir.

Kitapların mutlak kontrol mantığıyla yasaklanmasının arkasında da aynı anlayış vardır. Bu ülkede kitaplar ilk defa yasaklanmıyor ama çocuk kitaplarının “paket bütünlüğü” içerecek şekilde yasaklanması ilk defa oluyor.

Yüksek güvenlikli cezaevimizin yasaklama gerekçeleri içinde geçiyor “şifre” sözcüğü. Her ne kadar haberleşme fiiliyle birlikte kullanılıyor olsa da insan, “Küçük Prens’in şifresi ne olabilir ki” diye sormadan edemiyor.

Hayatımın değişik dönemlerinde tekrar tekrar okuduğum ve her seferinde farklı tatlar aldığım yalın ama çok katmanlı bir kitaptır benim için Küçük Prens. Çok katmanlılığın farklı yolculuklara kapı aralıyor olması, metnin bu özelliği, külyutmaz Murtazalar tarafından bizatihi şifre olarak görülmüştür belki de.
Şu da mümkün tabi; Küçük Prens kitabının orijinalinde bir “dictateur turc”tan, Türk diktatörden söz edilir. Bazı çevirilerde bu görmezden gelinerek atlanmıştır. Yüksek güvenlikli cezaevimize gelen Küçük Prens’in çevirisi aslına sadık kalınarak yapılmış olabilir. 1943 yılında, savaşın yarattığı yıkıma, yalnızlaştırmaya karşı dostluğu, hayata kalp gözüyle bakmayı öne çıkaran bir kitapta geçen bu diktatör vurgusu, her şeye iflah olmaz bir şüphecilikle yaklaşan gardiyanlar tarafından görülmüş ve mim konularak günümüz muktediriyle ilişkilendirilmiş olabilir.

Küçük Prens de içinde bahse konu olan kitaplar, tutsaklara, sadece “yerli” ve “milli” olmadıkları için de verilmemiş olabilir tabi.

Derin mevzular bunlar! Bir çocukların işlerine akıl sır ermez bu dünyada zaten bir de devrimcilerin. Çocuklarla devrimciler, gerçekçi olup imkansızı isteme noktasında birbirlerine benzerler. Sistemin kendisine dayattığı cendereyi kabul ederek hayallerine set çekmiş olanların kısıtlılık hali çocuklar için geçerli değildir. Kafdağı, Zümrüdüanka, küçük kara balıklar, B612 gezegeninde yaşayan bir Küçük Prens çocuklar için vardır. Gerçektir. Devrimciler için de benzer bir kabul geçerlidir. Onlar için de imkansız diye bir şey yoktur. Güneş ülkesi vardır. Eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum mümkündür. Gerçektir.

Çocuk kitapları kahramanlarıyla devrimcileri buluşturan ortak payda, hayal edebilmeleri ve hayal ettikleri için yola çıkabilme cesaretidir.
Yasaklanan kitaplar arasında henüz yok ama özgürlük duygusuyla, göze alabilmeyle ilgili yazılmış en güzel çocuk kitaplarından biri olduğu için değinmemek olmaz.
Samed Behrengi’nin aynı adlı ölümsüz eserinde, akarsuyun içinde yaşayan bir küçük kara balık akmakta olan suya bakarak annesine şöyle der:
“Irmağın nereye kadar gittiğini görmek istiyorum. (....) Başka yerlerde neler olup bittiğini bilmek istiyorum”.

Tehlikeli olan budur belki de. Öğretilmiş korkular nedeniyle uzak durulan sonsuz merak, yola çıkma cesareti orada, çocuk kitaplarının sayfaları arasında okuyucuyu beklemektedir.

Özgürlük heykellerinin çepeçevre bariyerlerle kuşatıldığı bir ülkede, dünyaya kalp gözüyle bakmayı bilmeyenlerin yarattığı bir kötülük ikliminde yaşıyoruz.
Bir mümkünün kıyısındayız. Aklın karamsarlığını kalbin iyimserliğiyle yenmeye çalışıyoruz.

Küçük Kara Balık, Küçük Prens, Tom Sawyer, Peter Pan; hayal hanemizin sonsuz ufkunda at koşturan ele avuca gelmez kahramanlar olarak bize hayallerimize mukayyet olmamız gerektiğini hatırlatıyorlar.

Son söz Küçük Prens’in anlatıcısının:
“Elveda, demiş tilki. İşte sırrım. Çok basit: İnsan ancak yüreğiyle görür. Aslolan göze görünmez”.
Sır! Şifre!
Gerçekten de çok tehlikeli. Yasaklamayıp da ne yapsınlar?