Küçük şeyler…

Nesli Zağlı

“Hep küçük şeyler bizi savaştıran

Küçük şeyler bizi barıştıran

Hep küçük şeyler seni sevdiğim,

Küçük şeyler seni üzdüğüm

Küçük şeyler hepsi minicik şeyler

Bizi yöneten, sevindiren, düşündüren”

Bülent Ortaçgil

Şu anda dev dünyanın süpergücü, yüz nanometre ebatında bir minik virüs. Milyonları bulan kayıplar bir yana, dünyayı en makro düzeyinden en mikro düzeyine etkisi altına alan bu kasırganın dehşeti sürerken biz minik iç dünyalarımızda apayrı savruluşlar yaşıyoruz. Hep böyle olmaz mı? Bizi çiğnemeden yutan hayatlarımız, dünyanın derdi içinde minicik kalmaz mı? Bazen hayıflanırız minicik şeylere dertlenip üzülüyoruz diye. Oysa ömrümüz irili ufaklı dertlerimizden, ufacık ayrıntılardan, parantez içi konuşmalardan, rastlantılardan, denk gelemeyişlerden oluşmaz mı? Dünyaya geniş bir perspektifle ve büyük resime odaklanacak şekilde bakmak her zaman mümkün mü? İşin aslı analiz seviyemiz değiştikçe, hayatta ne gördüğümüz de değişir. Aslında hayatımızın bir noktasında yaşadığımız buhran, upuzun bir yolda sancılı bir kesittir. Ne yaşamın tümüdür ne de belki anlamlı bir parçası... Ama biz kocaman bir balonun içinde bilinmezliğe doğru süzülür gibi hissederiz. Hayat çoğu zaman, sürekli değişen bir mercekle yaşamın süzülüşünü takip etmeye çalışmaktır.

Dünyanın sınırları kağıt üstündeki minicik imzalarla değişti. Milyonlarca insanın kaderini hep birkaç santimlik mürekkep lekeleri belirledi. Devletler ve insanlar sözleşmelere attıkları küçücük imzalarla borçlandılar. Kimisi gizli olan bu ufak tefek anlaşmalarla yerkürede insanlar katledildi veya kendilerini öldürdü. Dikkat edin küçük şeyler hep simgeseldir. Bazı imzalar, aldatmacaların, dolandırıcılıkların, soykırımların, savaşların simgesidir. Silahlar ve bombalar da insanlığa sürülen devasa leke yanında oyuncak gibi küçük ve önemsiz değil midir? Hepimiz zihnimizin bir köşesinde dünyanın sonunu getirebilecek tek bir küçük düğmenin varlığından şüphelenmiyor muyuz? Bu aslında bir paranoya olmaktan uzak. Çünkü kapitalist dünya bu çağda, mikrometrelik devreler üzerinden bilgi, para, silah, uyuşturucu taşıyor. Aslında bizim tekil hayatlarımıza da işleyen bu gözle zor görünen devreler, göze görünen ve görünmeyen hayatları da taşıyor. Dijital dünyanın minyatür evreninde, para harcıyor, ayrılıyor, üniversite okuyor, semptomlarımızı gugullıyor ve başka yaşamları röntgenliyoruz. Silikon bir vadi içinde simge durumunda küçülmüş gibi önemsiziz.

Küçük şeyler üzerine düşünmek sadece yazar ve şairlerin tekelinde olmamalı. Yaşama dair ayrıntılara daha hevesli olmalıydık. Rastlantıları, kıl payı ıskalananları ve kafa karışıklıklarını daha çok önemsemeliydik. Düşünsenize saniye farkıyla, bir soruyla, bir puanla, burun farkıyla kaçırdığımız alternatif yaşamları... Hayatın sadece bilinçli seçimlerden oluştuğunu var saymak çok yanıltıcı olurdu. Bazı insanlar için hayatın kendi küçük oyunlarına hata payı bırakmak o kadar zor ki. Onlara ellerinden geleni yapmalarının istedikleri sonuca ulaşmak için yeterli olmadığını anlatmak da zor. Hep aynı yoldan yürümek istiyor çünkü insanlar. Yol bir nedenle kesilirse alternatif bir rotada bambaşka şeyler deneyimleyebileceklerine ihtimal vermiyorlar. Oysa yaşam kırılmalardan, yanılmalardan, hatalardan öğreniliyor. Yaşamın irili ufaklı gerçekliklerini odakladığımız mercekteki gibi yaşamın akışına dair kırılmalar da adeta bir prizmadan geçmiş gibi yansır. Yaşamın küçük şeylerine, ayrıntılara, rastlantılara, kırılmalara olan tahammül aslında var olmak için o kadar önemli ki. Hem de bu çağda, bu ülkede yaşarken...

Tüm bu mercekler, prizmalar, kırılmalarla anlatmak istediğim aslında şu: Çağın çok kaygan bir noktasında yaşıyoruz. Dünyayı şu an büyük resme dikkat çekmek isteyen paranoidler yönetiyor. Global ve teknolojik hayat gereksiz bir ayrıntı bombardımanı sağlıyor. İnanın şu anda bizi insan yapan küçük, tesadüfi, romantik şeyleri kimsenin umursadığı yok. Bir kısmımız aslında bu açlık savaşlarının, oyunların ve tezgahların çok farkında. Ama yeşili de başka rengi de olsa sermaye bizi mikronluk boyun eğişlere hapsetmek istiyor. Ben de bu vahşi büyük resmi görmekten kaçınmadan, bir yandan da hayatın küçük ayrıntılarını ıskalamadan yaşamanın önemine dikkat çekmek istiyorum. “Mikroskop insana önemini, teleskop da önemsizliğini gösterdi denir ya bu hepliği ve hiçliği dengelemek elzem aslında. Her şeyin farkında olarak, ayrıntılara boyun eğmeyerek ancak yaşamın irili ufaklı sürprizlerine ve kırılmalarına küsmeyerek yaşamak gerekiyor.

Bazen insanları küçük ayrıntılara saplanmakla suçluyoruz, bazen de çok dıştan ve üstten bakmakla. Aslında işin içyüzünde baş edebilme kapasitesi var. Şu an için içinde yaşadığımız dünyanın çarpıklıklarına, haksızlıklarına makro düzeyde baktığımızda tahammülü zor bir umutsuzluk oluşuyor. Ama bu pencereden bakmamanın, ayrıntılarda boğulmanın bedeli de çok ağır. İlk giriş sözlerinin sahibi Bülent Ortaçgil'in Yonca’sında olduğu gibi: "Çünkü insanlar günler boyunca soru sormadan durur.” Soru sormak, yanıt aramak, kapılarını gerçekliğe aralamak, gerçekle sarsılmak ve hemen sonrasında insan hayatının irili ufaklı kaçamaklarına sığınmak o kadar normal ki... İnsan tahammül edebildiğini görür. İnsan elinde tutabildiğini işler. İnsan işlediğiyle zenginleşir. Eminim ki yapay zeka ne yaparsa yapsın insanın bu zihinsel esnekliğini taklit edemeyecek. Çünkü biz bile zorlanıyoruz mercekleri ve prizmaları ayarlarken. Dünya üzerinde donanımından en bihaber türüz. Öğrenilecek çok şey var. Ama önce küçük şeyler...