Küçük şeyler gibi görünen yaşamlar

Özgün Enver BULUT

Bazı kitaplar vardır, sadece ismine bakarak alırsınız ve sizi yanıltmaz. Bazı kitaplar, kapağını çevirince daha ilk sayfasından itibaren sizi duygu denizine taşır ve oradan çıkamazsınız. Bazı kitaplar lirik bir akışla buluşturur, o akışın parıltısıyla sayfalar boyunca devam eder. Nusret Gürgöz’ün Kora Yayın’dan çıkan Dünyanın En Güzel Suçu böyle kitaplardan. Sayfayı çevirir çevirmez duygu yoğunluğu tüm bedeninizi sarar, kâh sarsılarak, kâh gülümseyerek, kâh çocukluğunuza giderek yaşarsınız cümleleri. Yaşamakla kalmaz anlatılanların ortağı olursunuz.

Anlatı bir kentten başlar, yazarın konup göçtüğü yerlere, oradaki yaşama, insan portrelerine, devrimcilere ve en çok da şiire uğrar. Her kentin şiirsel bir aurası olduğunu düşünenlerdenim. Yeter ki o kentin şiirle bütünleşen sokaklarında gezmeyi bilelim. Yeter ki şiirin ışığının o kentin gecelerine düştüğünü bilelim. Gürgöz’ün anlatı kitabı, uzun yıllara yayılan bir günlük gibi. Yıllarca yazılıp yazılıp biriktirilmiş ve nihayet kitaba dönmüş. Beni en çok saran yanı, insanlara dokunması. Her yerde, her mahallede, her sokakta, her kentte yaşamlarıyla, dokunduklarıyla iz bırakmış o kadar çok insan var ki. İşte her yerde gördüğümüz bu insanların yaşadığı yerlerdeki benzerlerini anlatmış Gürgöz. Anlatmakla kalmamış, bir parça öyküyle örmüş, bir parça şiir söylemiş. Kato Ahmet, Zeynel Amca, Yeter Teyze, Zaide Teyze, Gafo Ağa, Terzi Haydar... 12 Eylül’ün karanlık ve zor günleri, işkencelerdeki devrimciler, parçalanan aileler... Tümünün yaşamına edebiyatla girerek o dalgalanmaların içine taşıyıp bir toz bulutuna sokup, çiçeklerle dolu bir bahçeye taşıyor onları.

Elazığ’da doğmuş Nusret Gürgöz. Orada büyümüş. Elazığ’ın hem kültürel hem de kentsel anlamda değişimine tanıklık etmiş. Ben de Dersimli bir ailenin Elazığ’a taşınmış ve orada büyümüş çocuğuyum. Bu değişimi de iyi bilirim. İki Elazığ diyor yazar buna. "Memleket neresi?" sorusuna verdiği yanıta karşılık “gakkoşsun ha” demelerini aktarıyor. Gakkoş olmak saf ve temiz bir ifade. O kavram da sonradan değişenlerden. Gakkoşluk artık kardeşliği barındırmıyor, “mafyatik” bir değişime uğramış. Gönlümüz o eski gakkoş ve kabadayılarını arıyor. Yığikili Zülküf’ün türküsü dilimizde olmaya devam edecek. Bizim Elazığ’ımız daha çok Harput kültürünü taşır içinde. Daha çok türküleri, hoyratları, mayaları taşır. Ermenileri, Süryanileri, Kürtleri, Alevileri barındırırız orada. Miyadonlu Kabadayı Şah İsmail’in sekiz köşeli şapkası vardır beynimizde. Her neyse dedim de cümleyi bitiremedim. Nusret Gürgöz’ün anlattığı Elazığ, demokratlarının olduğu bir Elazığ’dı. Ne zaman ki bıyıkları sarkık olanların estirdiği faşist saldırılar başlayınca, kentin dokusu da değişmeye başladı. Gürgöz’ün, Gazeteci Zülfükâr Doğan’dan alıntıladığı bir söz var kitapta. “Şehirden önce Ermenileri kovdular, daha sonra da Alevileri.” Böylece şehir kodlarını kaybetmiş oldu.

Elazığ’ın değişimi önemli. Elazığ’ın en ünlü türkü icracısı Enver Demirbağ’la aynı soyadını taşıyan milletvekilinin Komünistlere dair açıklaması çıktı yakın zamanda. “Komünistlerde namus anlayışı yoktur” demişti. Nusret’in ‘İki Elazığ’ yazısında alıntıladığı aşağıdaki Enver Demirbağ’ın icralarından iki nakarat aklında kalsaydı bu cümleyi kurmayacaktı, kuramayacaktı. İki Elazığ’dan birini temsil eden anlayış bu. Diğeri ise türküdekidir.

O yârim oturmuş, ayna dizinde/ Kirazı ağzında, gülü yüzünde/ Böyle güzel m’olur köylü kızında/ Çık dağlar başına Türkmen güzeli/ O yârim oturmuş çimen üstüne/ Kalemi, kağıdı almış destine/ Mektubun yazıyor gönül dostuna/ Çok dağlar başına Kürd’ün güzeli

Kitap, Bizim Mahalle, Vicdan Yazıları, Duygu Özgürlüğü ve Arta Kalanlar başlıklarıyla, dört bölüm olarak düzenlenmiş ve tüm bölümler de adeta birbirinin devamı. Şehirlerarası yolculuğa çıkan bir yolcunun aktarımları ile geçtiğiniz yerlerden gözyaşı toplayarak, hüzünlenerek anılara dokunuyorsunuz. Büyük bir yaşamdan fırtınanın önüne katıp savurduğu yaşamlara geliyorsunuz. Çok şeyler var bu çileli yıllardan. En çok da 80’li yıllara kadar çoğalarak gelen o güzel insanların nerelere kaybolduklarını anlamaya çalışıyorsunuz. Sahi, “o güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler” mi sorusunun da yanıtlarının ardına düşüyorsunuz okuduğunuz sayfalar arasından. Gürgöz taşranın samimiyetinden, o yoksul mahallerdeki insanların duygusundan ve devletin o insanlara reva gördüğü zulümden söz ediyor. O gencecik çocuklara -liselerden toplayıp götürdükleri de o kadar çok ki- ağır işkenceler yaparak, dünyanın en beter travmalarını yaşattılar ve o yaralar hiçbir zaman kapanmayacaktı. Çünkü işkence bir kişiye yapılmıyordu sadece, bir aileye, tüm akrabalara yapılıyordu. Gidenin peşini bırakmıştı devlet, ancak aileye yaşatıyordu zulmü. Gidenin yerine ailenin bireylerini seçmişti.

Kitapta Dersim de var. Çünkü Dersimlililer yakın kentleri de yurt edinmişler kendilerine. Elazığ’da böyle birkaç mahalle var. Oturduğum Aksaray (İstasyon altı, Yığiki’nin üst tarafları), Fevzi Çakmak, Yıldız Bağları, Sako, Gecekondular böyle yerlerdi. Bir yerde Fevzi Çakmak, Abdullah Alpdoğan isimli yerler görürsem, bu isimlerin sistematik konulduğunu düşünür, orada Dersimli olduğuna kanaat getiririm.

Kitabın beni en çok çeken yanı da her yazının şiirle başlaması ve neredeyse her yazının şiirle bitmesi. Şiirin o büyülü dizelerinin nelere tanıklık ettiğini bir kez daha görmek mümkün. Zaten yazılar bir şairin elinden çıkmış. Bir de şiirlerin yer alması ile daha da farklı nitelik kazanıyor. İnsan hikâyeleri, mahallenin tarihi, Giritli Bektaşiler, sokağımızda endemik bir tür gibi özenle koruduğumuz son Ermeniler, “Ya Ali, Ya Xızır” diyen o deli Alevi, Ermenek’te yoksulluğun kokusu, 14 yaşındaki bir çocuğun yaşı kadar vücuduna saplanan kurşunları şiirler sahipleniyor adeta ve tanıklık ediyor olan bitene. Gürgöz’ün devrimin ezeli ve ebedi dizeleriyle / ‘Bombalı Pankart’ şiiriyle bitiyor kitap: “…ellisinde âşık, devrimci bir çocuğum ben/ tek yolumsun, ağrı dağı’msın/ küba’msın, kafa emeğimsin/ kalp emeğimsin üç dünya varsa üçü de sensin./ bana şiir yaz , /saçlarıma dokun, / beni öp / sarıl bana’’

Yazarın geçtiği yerler, benim geçtiğim yerlerdi de. Bir kez daha yürüdüm. Kaldı ki oralar olmasa da yine sokağımı görecektim, mahallemi, kentimi, komşularımı, arkadaşlarımı. En çok da devrime uzanan düşleri. O uğurda yiten canları. Kitap tadımlık bir hafıza ve düşe ortak olma kitabı. Kitapta sevdiğim çok şiir alıntısı var. Salih Mercanoğlu’nun dizeleri de bunlardandı.

efendim, canım/ nesini söyleyim/ aşkın sonu kül değilse/ söyle:/ hangi ateşte söneyim?