Eduardo Galeano “Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri” adlı kitabında Brezilya’da ilk işkence vakasının 1964’te yaşandığını ve ulusal çapta bir skandala yol açtığını yazıyor. Onuncu işkence sonucu ölüm vakasının gazetelerde zorlukla yer bulduğunu, ellinci vakanın ise ‘normal’ bir durum olarak karşılandığından bahsediyor. “Kışın soğuk nasıl kabulleniliyorsa, makine de korkuyu kabullenmeyi öğretiyor,” diyor.
Her gün ölüm haberleri alıyoruz. Ölümler normalleşmemeli. Küçükken yaşlanan çocuklar... Savaşın çocukları bomba sesleri ile uyanmayı, gün boyu silah seslerinin arasında büyümeyi, göçü ve ölümün soğuk korkusunu gereğinden erken yaşta öğrendi. Oyun alanlarında çocuklar değil, elleri silahlı, yüzleri maskeli korkutucu adamlar yürüyor. Onlar ailelerini, arkadaşlarını, tanıdık, tanımadık kimseyi bu karanlığın içinde kaybetmek istemiyorlar. Onlar erken yaşlanıyorlar!

Bir arkadaşım anlattı, ona da bir tanıdığı anlatmış; Sur’a yakın oturan bir baba çocuğunun sürekli çatışma seslerini duymasından kötü etkilenmesin diye, korkmasın, psikolojisi bozulmasın, geceleri rahat uyuyabilsin diye gerçek nedeni gizleme ihtiyacı duymuş... Düğün dernek kutlamaları olduğunu söylemiş. Çatışmalar her gün ve aralıksız devam edince çocuk babasına düğünün ne zaman biteceğini sorar olmuş...

Çocuk ölümleri çok. Bilirim, Sur’un kuçelerinde çok gördüm, izledim, onlarla oynadım da. Fotoğraflarını da çektim, birlikte film (Kağıttan Kayıklar-Serhildan filmi) de çektik... Yarım kaldı oyunları, dudaklarında saklı kaldı gülüşleri...

Polise taş attığı iddiasıyla tutuklu çocuklar var. Hakkında ‘örgüte üye olmamakla beraber örgüt adına suç işlemek’ten, ‘gösteri yürüyüşleri kanunu’na muhalefetten, ‘örgüt propagandası yapmak’tan hapis istemiyle dava açılan çocuklar... Okulunda kendi diliyle konuştuğu için öğretmeninden ya da okul idarecilerinden baskı gören çocuklar var. Bu çocuklar, yargı önünde ‘çocuk’ olarak addedilmiyor. Terör suçlarına özgü, yetişkinler gibi geliştirilmiş özel soruşturma, yargılama, cezalandırma ve infaz rejimlerine maruz bırakılıyorlar.



Yalnızca savaşın çocukları değil, çocuk gelinler de erken yaşlanıyor, tutuklu yargılanan çocuklar da, işçi çocuklar da, istismara uğrayan çocuklar da erken yaşlanıyor.

Çocuklarda ve ailelerde çocuk haklarına ilişkin bilinci artırmak ve haklarını korumaları için onları güçlendirmek; çocukların kişilik ve yeteneklerini geliştirmelerine destek olmak, eleştirel düşünme ve sorgulama becerilerini geliştirmek; çocukların karar verme politika geliştirme ve planlama mekanizmalarına katılımlarını artırmak ve desteklemek gerekmiyor mu?

Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre 18 yaşın altındaki insanlar ırk, din veya yetenek farkı gözetmeksizin, düşünceleri veya söyledikleri her ne olursa olsun ve nasıl bir aileden gelirlerse gelsinler bu haklara sahiptir. Koruma; çocukların güvenliğini garanti altına alır. İstismar, ihmal ve sömürü gibi özel konularda çocuğun korunması yönünde şarlar getirir. Sağlama; çocukların eğitim ve sağlıklı bakım gibi temel ihtiyaçlarının sağlanması konuları ele alınır. Katılım; çocukların gelişim halindeki yeteneklerini, olgunlaşma dönemine doğru karar verme ve topluma katılma durumunu sağlayacağını öngörür.

Ulusal ve uluslararası yasa ve sözleşmelerde zorunlu tutulan sağlık, güvenlik ve etik kurallara aykırı şekilde çalıştırılan çocuklar, hayati tehlike taşıyan işlerde çalıştırılan çocuklar var. Çocuklar küçükken yaşlanıyorlarsa sebebi elbette sömürü düzeninin kendisi ve onların çıyanlarıdır. Oysa ki direnen insanlar güzel bir dünya bırakmak için bedel ödediler ve ödüyorlar da. Hem de çocuklarının küçükken yaşlandığını görerek, bağırlarında hissederek, taşıdıkları ağırlığıyla...

Başka bir arkadaşımın torunu havai fişeklere, havai çiçek diyormuş. Hayal dünyasının zenginliğine bakar mısınız? Düzeltmemişler, öyle bilsin istemişler. Hiçbir çocuk küçükken yaşlanmasın. “Havai çiçeklerle kutlayacağımız güzel günlere...