Bugün 26 Mart; şunun şurasında “iki” önemli seçime yedi hafta gibi çok kısa bir süre kalmış olmasına karşın siyaset “yapısal olarak” açıklık kazanmış değil. Başkan Erdoğan’ın anayasal olarak yeniden aday olup olamayacağı, giderek “diploması” bile tartışma konusu; Kılıçdaroğlu daha aday olur olmaz, İYİ Parti’den karşı çıkış sesi yükseliyor. Bir de buna, YSK’nin onayladığı 11 cumhurbaşkanı adayının 100 biner imza toplama çabasına girmiş olmaları ekleniyor. Milletvekili seçimlerine 36 partinin katılacak olması ve aday saptanması süreçlerindeki gecikme eklenirse siyasetin “seçmen sersemliği” oluşturması kaçınılmaz oluyor.

Yapılan ittifaklar ve sonu gelmeyen partiler arası görüşme trafiği, yalnızca küçük partilerin önemini kanıtlamak ve siyasetin “yapısal bozukluğunu” yansıtmakla kalmıyor. Buna bağlı olarak, seçimlerin gerçekten çok ağır olan ülke sorunlarının çözümünde ne ölçüde yeterli olacağının da bir büyük soru işaretinin çengeline takılmasına neden oluyor.

İKTİDAR ARİTMETİĞİ

İktidardaki Cumhur İttifakı, bu hafta, niteliği bilinen Hizbullah’ı terör örgütü saymayan Hüda-Par’ı yanına aldı. Hüda-Par “yerli ve milli” ilan edildi; hakkındaki olası olumsuz haberlere yayın yasağı getirilerek korumaya alındı. Yeniden Refah Partisi-YRP, hafta boyu gelgitlerden sonra, içlerinde 6284 sayılı “kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanunun uygulanmaması” da bulunan tüm şartlarının “AKP tarafından kabul edildiğini” belirterek son anda Cumhur İttifakına katıldı. Böylece AKP’nin “aşırısı ve ılımlısıyla” Siyasal İslâmcı niteliği daha da açıklık kazandı. Erdoğan yine kişiye özel bir TV programında, seçim çalışmalarını deprem nedeniyle sessiz-sedasız yürüteceğini açıkladı.

Muhalefet bu tuzağa düşmemeli, Erdoğan’ın, seçimleri önemsizleştirme yaklaşımını kesinlikle boşa çıkarmalı, ana sorunları ve çözüm önerilerini çok güçlü ve etkili bir biçimde gündemde tutmalıdır.

Millet ya da Altılı Masa İttifakının Cumhurbaşkanı adayı, Kılıçdaroğlu da ittifak içindeki sağcı küçükleri yeterli bulmuyor olacak ki, Milli Yol ve Bağımsız Türkiye partisi gibi aşırı sağcı partilerin genel başkanlarıyla görüştü.

Bu seçimlerin serseri mayını kesilen M. İnce, bir taraftan cumhurbaşkanlığına adaylığı için 100 bin imza toplamaya çalışıyor; diğer taraftan da ısrarla Cumhurbaşkanlığı seçimi “ikinci tura kalmalı” diye tutturuyor; bir diğer taraftan da Kılıçdaroğlu ile görüşürüm “ama adaylığımı pazarlık konusu yapmam” diyor; diyebiliyor. Kısaca İnce, açıkça, Başkan Erdoğan’ın değirmenine su taşıyor.

Bir kez daha vurgulamakta ve İnce’ye de anlatmakta yarar var: Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı seçimlerini birinci turda kazanması çok büyük bir önem taşıyor.

NEVRUZ İLE GELEN

Nevruz günü, HDP ve TİP’in öncülüğündeki Emek ve Özgürlük İttifakı, tarihsel birikiminin, bilimsel donanımının ve toplumsal sorumluluğunun bilinciyle cumhurbaşkanlığı seçiminde aday çıkarmayacağını açıkladı. Bu ve bunun hemen öncesinde Meclis’te gerçekleşen Kılıçdaroğlu-HDP görüşmesi ve orada Kürt sorunu da belirtilerek, ülke sorunlarının çözüm yeri olarak Meclis vurgusu yapılması, ülkenin demokratikleşmesi açısından başlı başına çok olumlu bir gelişmedir.

Bu gelişme, AKP’den gelecek saldırılara karşı savunma yapma tuzağına düşülmeden ve doğru yönetilebilirse, yalnız Kılıçdaroğlu’nun seçimleri ilk turda kazanmasını sağlamakla kalmaz, “emek, özgürlük ve barış” Türkiye’sinin de kapısını aralar. Hukuktan ekonomiye, kurumlaşmadan dış siyasete tüm alanlarda yaşanan çöküşün onarımının da başlangıcı olabilir.

“NAMUS SÖZÜ”

Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu katıldığı bir TV programında, doğru bir tutumla Sinan Ateş cinayetinin aydınlatılacağı konusunda “namus sözü” verdi. Anımsatalım; bu sözün verildiğinin ertesi gün, 24 Mart, Savcı Doğan Öz’ün öldürülmesinin 45. Yılıydı.

Şu “namus sözü” konusunda bir anımı paylaşmalıyım.

Bundan otuz yıl önce, 24 Ocak 1993’te Uğur Mumcu öldürüldüğünde, Kızılay’da yapılan cenaze töreninde konuşan dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü o cinayetin faillerinin bulunacağı konusunda üstelik “devlet adına” “namus sözü” vermişti. Sonrasını biliyorsunuz. Bu köşede çok yazdım. Faili meçhul siyasi cinayetlerin tamamı aydınlatılmadıkça topluma dostluk, kardeşlik ve barış gelmez; siyaset sağlıklı yapılamaz. Umarım Kılıçdaroğlu bu sorunu bütünüyle kavrar.