Başlıkta yer alan çözümden kastımız, 2009 yılı için öngörülen küçülmenin daha düşük orana çekilebilmesi veya mümkünse...

Başlıkta yer alan çözümden kastımız, 2009 yılı için öngörülen küçülmenin daha düşük orana çekilebilmesi veya mümkünse büyümenin yeniden sağlanabilmesidir.
Çözümü tartışmadan önce, geliniz bu yılın ilk çeyreğindeki yüzde 3,8’lik küçülmenin nedenlerini belirleyelim. Bunun için, milli geliri (GSYİH) oluşturan harcama kalemlerinin her birinde gerçekleşen küçülme veya büyümeleri bilmek gerekiyor.
Geçen hafta açıklanan 2009’un ilk çeyreğine ait milli gelir istatistiklerine göre, harcama unsurları itibariyle değişimler şöyle olmuştur:
»Yerleşik hanehalklarının özel tüketim harcamaları yüzde 9,2 oranında gerilemiştir.
»Özel yatırımlar yüzde 35,8 oranında küçülmüştür.
»Kamu tüketimi ve yatırımları sırasıyla yüzde 5,7 ve 24,6 oranında büyümüştür.
»İhracat ve ithalat sırasıyla yüzde 11,3 ve 31,9 oranında küçülmüştür.
Bu veriler, milli gelirin yüksek boyutlu daralmasının iç ve dış talepteki büyük ölçekli gerilemelerden kaynaklandığını gösteriyor. İç talebin önemli bileşenlerinden olan özel tüketim harcamaları ve özel yatırım harcamaları adeta çökmüştür. Benzer şekilde, dış talebin göstergesi olan ihracat da bıçak gibi kesilmiştir. Aslında bu duruma şaşmamak gerekir. İlk çeyrek büyüme rakamı henüz ortada yok iken, çok öncesinde yayımlanan büyümenin öncü göstergesi olan imalat sanayi kapasite kullanım oranları bunun işaretlerini vermişti. Hatırlanacaktır, bu öncü göstergede tam kapasiteyle çalışamamanın nedenleri arasında iç pazarda talep yetersizliği ile dış pazarda talep yetersizliği ilk iki sırayı alıyordu. İç ve dış talepteki daralma üretimi vurunca, üretim ve ihracatın ithal girdi bağımlılığı sonucu ithalat da tökezlemiştir. İlk çeyrekte ithalatta gerçekleşen yüzde 31,9’luk gerileme bu açıdan anlamlıdır.
Verilerin en anlamlı olanı, özel sektörün tersine kamu kesiminin tüketim ve yatırım harcamalarını artırmış olmasıdır. Ancak bu çaba, iç talepteki büyük daralmayı dengelemeye yetmemiştir. Bilindiği üzere, küreselleşme süreciyle birlikte “kamunun küçültülmesi” sloganı altında kamunun üç alandan çekilmesi öngörülüyordu. Bunlardan ilki, bütçenin küçültülmesidir (bütçe harcamalarının milli gelir içindeki payının giderek düşürülmesi). İkincisi, özelleştirmelerdir. Üçüncüsü ise, işçi sınıfının mücadeleleri ve kazanımları ile şekillenen kamusal düzenlemelerin tasfiye edilmesidir (kuralsızlaştırma). 1980’li yıllardan bu yana uygulanan neoliberal politikalarla, Türkiye ekonomisinde bu üç alanda önemli mesafeler alınmıştır. Bu çabalar sonucu, kamunun küçültülmesi hedefine büyük ölçüde ulaşılmıştır. Zaten o nedenledir ki, kamu tüketim ve yatırımlarının toplam tüketim ve yatırım talebine ve dolayısıyla milli gelire katkısı çok sınırlı düzeyde kalmıştır.
Görülüyor ki, özel tüketim ve yatırım harcamaları ile ihracattaki daralma küçülmeyi tetiklerken, kamu tüketim ve yatırım harcamaları sınırlı düzeyde de olsa küçülmeyi frenliyor. Bu tablo bize çözümü de gösteriyor. 2009 yılında, dünya ekonomisinde kriz devam ederken (en son tahmin olan IMF’nin Temmuz 2009 tarihli Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’na göre 2009 yılında dünya ekonomisinde öngörülen küçülme yüzde 1,4) ve Türkiye’nin dış ticaretinde önemli paya sahip ülkelerde küçülme öngörülürken (aynı rapora göre, Avro Bölgesi’nde yüzde 4,8’lik; Almanya,  Fransa ve İtalya’da ise sırasıyla yüzde 6,2, 3 ve 5,1’lik küçülme öngörülüyor), ihracatın artırılabilmesi oldukça güç gözüküyor.Bu durumda çözüm için geriye tek bir seçenek kalıyor; o da iç talebin yeniden canlandırılmasıdır.
Bu noktada iç talebin önemli bir unsuru olan özel yatırım harcamalarının artırılması bir çözümmüş gibi gözüküyor. Ama bu izlenim yanıltıcıdır. Çünkü yatırımların canlanması, büyük ölçüde kamunun tamamlayıcı bir unsur olarak devreye girerek yatırımlarını artırmasına ve özel tüketim harcamalarının yeniden ivme kazanmasında bağlıdır. Oysa açıklanan paketler sınırlı bir tüketim artışı (ertelenmiş talebin harekete geçirilmesi) dışında ne özel tüketim harcamalarını bir bütün olarak uyarabilmekte (TOBB’un kampanyası da beklenen etkiyi yaratamamıştır), ne de hükümetin kamu yatırımlarını artırmaya yönelik bir harcama programı mevcuttur. Dolayısıyla, iç talebin canlandırılması için acilen bir kamu yatırım programının uygulamaya konulması gerekiyor. Ayrıca, bu programla birlikte özel tüketim harcamalarını yeniden canlandırıcı önlemlere de ihtiyaç vardır (hatırlanacaktır, bu tür önerileri önceki yazılarımızda ayrıntılı bir biçimde tartışmıştık).
Böyle bir seçeneğin politik olarak gerçekleşebilmesi için IMF politikalarının (IMF demiyoruz. Çünkü IMF olmadan da bu politikalar sürdürülebilir. Nitekim fiilen de sürdürülüyor) devre dışı bırakılması gerekiyor. Aksi durumda iç talepteki daralma şiddetlenerek devam edecek ve yılın bütününde küçülme kaçınılmaz hale gelecektir. Bu politikalar IMF ile birlikte sürdürüldüğünde, hiç kuşkusuz yılın bütününde küçülme daha büyük boyutlarda olabilecektir. Çünkü IMF’li seçenekte sınırlı boyuttaki kamu tüketim ve yatırım harcamaları da kısılmış olacaktır. IMF de böyle bir seçeneği öngörmüş olmalı ki, hükümetin 2009 için yüzde 3,6’lık küçülme oranını gerçekçi bulmayarak, kendi projeksiyonlarında yüzde 5,1 olarak belirleme gereğini duymuştur.