“Ey iman edenler. Savaş düzeninde iken kâfirlerle karşılaştığınız zaman sakın onlara arkanızı dönmeyin. Böyle bir günde her kim onlara arkasını dönerse mutlaka o, Allah’ın gazabına uğramış olur. Onun varacağı yer de cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir orası!”

Kudüs Müftüsü’nden Ayasofya İmamı’na

OZAN GÜNDOĞDU

Binlerce metre irtifada süzülen uçaktan Enfal Suresi 15’inci ve 16’ıncı ayetlerin yazılı olduğu bildiriler Kahire’ye doğru atılırken, aşağıda bu kağıtları toplayan Mısırlılar uçakların üzerindeki gamalı haçları görmüyordu. Bildirilerin bir yüzünde Enfal Suresi bulunurken diğer yüzünde tanıdık bir Müslüman alimin Adolf Hitler’le görüşmesinden çekilmiş bir fotoğrafı vardı. Bu alim, Arap halkları için itibarlı bir aile olan Hüseyni’lerin son temsilcisi olan Hacı Emin’den başkası değildi. Aile, 18’inci yüzyıldan beri Kudüs Müftülüğü görevini elinde bulunduruyordu ve Hacı Emin bu kutsal görevin son temsilcisiydi. Nam-ı diğer Kudüs Müftüsü, İkinci Dünya Savaşı boyunca Hitler kuvvetlerinin yanından hiç ayrılmadı. Bağımsız Filistin hayaliyle yanıp tutuşan Hacı Emin, Nazilerin Yahudi karşıtı fikirlerinden faydalanabileceğini umdu. Propagandaya diğer tüm ülkelerden daha fazla önem veren Nazi Almanyası ise O’nu, Müslüman halkların dostluğunu kazanmak için kullanıyordu. Bu dostluk önemliydi zira başta Sovyetler Birliği olmak üzere kanlı savaşta müttefiklerin hüküm sürdüğü topraklarda milyonlarca Müslüman yaşıyordu. Nitekim Müftü’nün her konuşmasının sonu Enfal Suresi gibi Kuran alıntılarıyla bitiyor ve böylece dini inanç suiistimal edilerek Müslümanların Nazilere destek vermesi umuluyordu.

“Kuran-ı Kerim ve Peygamber’in hayatı Yahudilerin karaktersizliğinin, kötü niyetli, yalancı, hain davranışlarının kanıtlarıyla doludur. Yahudiler çağlar boyunca, ulu Peygamber’in zamanındaki gibi kaldılar; fırsat buldukları her seferinde kumpasçı ve Müslüman nefretiyle dolu…”

Hacı Emin el-Hüseyni, Berlin’de 18 Aralık 1942’de İslam Merkezi Enstitüsü’nün açılışı sırasında bu konuşmayı yaparken O’nu izleyenler arasında SS Komutanı Gottlob Berger de vardı. Konuşmanın sonu alışılageldiği üzere Kuran’dan alıntılarla süslenmiş, orada bulunan Müslümanların coşkusu artırılmıştı. Durumu fark eden Berger, Kudüs Müftüsü’nü Balkanlara götürdü. Müftü Balkanlar’daki camilerde Cuma cemaatine seslenirken, Müttefik güçlerini “Moskof kundakçı”, “İngiliz zorba”, “Amerikalı sömürgeci” şeklinde anıyor, ardından Nazi Rejimi’nin Müslümanların özgürlüğü için savaştığından bahsediyordu.

Naziler geziye coşkuyla tepki verdi. SS komutanı Gottlob Berger’in Heinrich Himmler’e verdiği raporda “Büyük müftünün ziyareti her bakımdan başarılı oldu; siyasal açıdan da olağanüstü iyi ve olumlu karşılandı ve bölgenin sakinleşmesine epeyce katkıda bulunabilir” deniyordu.

Bu biçimiyle İslamcılık, bir dini inanış olarak kavranmıyor, apaçık siyasal hedeflere yönelmiş bir ideolojiye dönüşüyordu. Dinin kendisi ise ideolojiyi dindar kitlelere yaymak için kullanılan bir aparattan farksız hale geliyordu. Bu nedenle “Naziler siyasal İslamcılığın mucididir” diyenlerin elinde binlerce delil bulunuyor. Bu delillerden yalnızca biri olan Kudüs Müftüsü Emin el- Hüseyni, diğer tüm siyasal İslamcılar gibi ideolojik konumlarını kendince dini dayanaklarla güçlendiriyordu. Ancak O, günün sonunda , Nazi Rejimi’nin bir propaganda aletinden başka bir şey değildi.

Naziler tarihin karanlık sayfalarında yerlerini aldılar ancak Müslüman coğrafyalardaki propaganda yöntemlerini komünizme karşı mücadelede CIA’e öğrettiler. Böylece içinde bulunduğumuz coğrafya, her dönem egemenlerin dostu, halkların düşmanı olan ideolojileri için Müslümanları peşine takan dinciler üretebildi. Kudüs Müftüsü’nden bugünlerde Kuran’dan yaptığı alıntılarla faiz tartışmasına bile söz söyleyen Ayasofya İmamı’na kadar uzanan bu tarih doğası gereği hiç ‘yerli ve milli’ olamadı.