Semavi bir dine değil, onun zihniyet dünyasına düşman olduğunu ilan ediyor Yeni Şafak yazarı. Bu ikisini birbirinden nasıl ayırdığını, bu işlemi yaparken işkembe-i kübradan atmak dışında bir ölçüsü olup olmadığını açıklayacağı günü heyecanla bekliyoruz

Kudüs ve tel dolaptaki peynir

Falih Rıfkı Atay’ın unutulmaz yapıtı ‘Zeytindağı’, çökmekte olan bir imparatorluktan hazin manzaralar sunarken, Kudüs’ü de bugüne ışık tutacak ayrıntılarla betimler. “Kudüs, haham, papaz ve hoca karışık, kuru ve somurtkan bir şehir, dini oyunlaştırmış bir Garp tiyatrosudur. Kilise içinde her millet kendi yerini süpürür, yıkar ve taş üstüne yalnız o milletin ayağı basar. Birinin süpürgesi ötekinin taşına dokundu mu cinayet olur ve İsa’nın mezarına gözyaşı yerine kan sıçrar. Şişli bastonlar gibi, Kudüs’te hançerli putlar vardır.” ABD’nin nursuz başkanı bunları bilir bilmesine de, Kudüs’ü resmen İsrail’in başkenti olarak tanırken İsa’nın mezarına sıçrayacak kandan para kazanmayı hesaplıyorsa, ne söyleseniz nafile.

“Bir avuç Yahudi, altı yüz bin Arap! Paranın ne büyük kuvvet olduğunu anlamak için, büyük Arap sayısını çöle doğru süren Siyonist sömürgeciliğini görün” der Falih Rıfkı. İlaveten, savaş dağdağasında Yahudi tehciri düşünüldüğünü de öğreniriz.

Anlatımına göre, Cemal Paşa, Siyonistlerin reislerini çağırır, pazarlık eder: “Ya sizi, Ermenilere yapıldığı gibi tehcir ederim.

Evlerinizi, bağlarınızı, bahçelerinizi bırakarak yaya olarak gidersiniz. Yahut evlerinize, bağlarınıza, bahçelerinize sizden heyetleri bekçi yapıp emirlerine asker verir, bir portakala dokunanı idam ederim, sizi de trenlerle yollarım. Ancak bu ikincisi için, bütün Viyana ve Berlin gazeteleri susmalıdır.” Siyonizm örgütlüdür, bu iki başkent dışında Londra ve Paris de susar, Yafa’yı boşaltıp burunları kanamaksızın Hama ve Humus’a gider Yahudiler. “Araplar, onların bir portakallarını bile ağız tadı ile yiyemezler.”

Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, 12 Aralık 2017 tarihli makalesinde “Mesele Siyonizm değil Yahudiliktir. Asıl problem Yahudi ideolojisidir” diye kükreyince önce ‘Zeytindağı’ndan Kudüs’e bir kez daha bakmak, sonra da durup düşünmek istedim zira ideoloji kavramı üzerine koca bir külliyat, örneğin Marx’ın bu kavramı tam on üç farklı anlamda kullandığına dair çalışmalar var. Burada bütün bir Yahudi düşüncesi mi, bilim dışı düşünceler mi, seçilmiş bir grubun çıkarlarına hizmet eden düşünceler mi kastediliyor, sormak boşuna. “Siyonizm diye bir şey yok. Bakın burada da çok iyi bir numara yapıyorlar. Siyonizm, Yahudilik konuşulmasın diye uydurulmuş bir kelime.”

İki gün öncesinde aynı gazetede Ergün Yıldırım imzasıyla yayımlanan ‘Siyasal Yahudilik ve Siyonizm Patolojisi’ başlıklı makaleyle polemik arayışı seziliyor Kılıçarslan’da lakin bunu yapabilecek birikime sahip değil. Yıldırım, “Ötekileştirilerek derin bir parya bilinciyle kuşatılan Yahudiler bir patoloji ürettiler, Yahudilik ve Batı ilişkisinin özel tarihsel şartlarından ortaya çıkan bir patoloji. Köleliği, kölelik üreterek çözme saplantısı. Siyonizm tam manasıyla budur” derken, Kılıçarslan için “Siyonizm, Yahudilik konuşulmasın diye uydurulmuş bir kelime.” Buraya kadarı beni o kadar da ilgilendirmez, yazı konusu edilmeye de değmez ama dahası var: “Yahudiliğin problemlerini konuşmamak için icat edilmiş Siyonizm’i mesele zannetmek, yarın, ‘Siyonizm’den vazgeçtik’ dediklerinde ‘Yahudilerin zihnen dünya için en tehlikeli insan topluluğu olduğu gerçeği’ni ortadan kaldırmaz” diyor Kılıçarslan, bir de oran (oran ile sayıyı birbirine karıştırarak, hangi ‘bilimsel’ araştırmaya dayandırdığını belirtmeye de elbette gerek duymayarak) veriyor: “Dünyada teröre bulaşmayan Yahudi sayısı yüzde beş bile değilken, ‘ama antisemitizm bize yakışmaz’ öyle mi? Tel dolapta peynir de olacaktı. Azıcık vereyim de o küçük aklına katık edersin.”

Bu ses öyle tanıdık ki, bu kez Adolf Hitler’in ‘Kavgam’ını açıyorum, bakın ne söylüyor: “Kendisini koruyan örtüye gerek duymayacak kadar güçlü hissettiğinde maskesini çıkarır ve ansızın, birçoklarının inanmak ve görmek istemedikleri şeye dönüşür: Yahudiye.” Sözde o maskeyi düşürüyor Kılıçarslan, ‘Yahudi’yi, “zihnen dünya için en tehlikeli insan topluluğunu” görüp işaret parmağımızla göstermemizi istiyor. Hitler’e göre, “Hayat, kuzey ülkelerinin insanlarını kalın giysiler giymeye nasıl sevk ediyorsa, Yahudileri de durmaksızın yalan söylemeye aynı doğallıkla sevk etmekte” iken, Kılıçarslan işte o yalanlar konusunda uyarıyor: “Bakın burada da çok iyi bir numara yapıyorlar.” Burada da… yani genelde yaptıkları gibi, fıtratlarında olduğu üzere. Hem sakın ola bazı Yahudileri diğerlerinden ayırma konusunda aceleci davranmayın, zira: “Güya Siyonizm karşıtı heterodoks Yahudiler’in de ‘barış içerisinde yaşamak’ filan gibi bir dertleri yok. Hatta çoğu grup ‘Müslüman kanı dökmeye’ Ortodoks Yahudiler’den daha meyyaldir.” ‘Çoğu’ grubun eğilimini hangi değerli araştırmasıyla ölçtüğünü ya da o ‘güya’yı oraya hangi inceleme neticesinde koyabildiğini sormayın yazarımıza, öyle bir araştırma-inceleme bulunmuyor. Yeni Türkiye’de böyle lüzumsuz uğraşların yerini köşelerden kesilen cahilane ahkâm alalı epey oluyor. Hitler, o rezil paçavrada, “Yahudi parazittir, Yahudi yalancıdır, Yahudi kültürü diye bir şey yoktur, hatta kültür dediğimiz şey Yahudiler elinde kepaze edilmiştir” diye sayıp dökerek insanlık tarihinin en aşağılık suçlarına zemin hazırlarken ne kadar rahatsa, Kılıçarslan da o derece rahat artık. “Talmud, kişiyi öte dünyaya hazırlamak için değil, bu dünyada kârlı bir hayat sürmesi içindir” diyorsa Hitler, Kılıçarslan ilave ediyor: “Yahudiler’in tehlikesiz bir insan topluluğuna dönüşmeleri ancak teolojilerinden, din anlayışlarından vazgeçmeleriyle mümkün olabilecektir.”


Semavi bir dine değil, onun zihniyet dünyasına düşman olduğunu ilan ediyor Yeni Şafak yazarı. Bu ikisini birbirinden nasıl ayırdığını, bu işlemi yaparken işkembe-i kübradan atmak dışında bir ölçüsü olup olmadığını açıklayacağı günü heyecanla bekliyoruz. “O teoloji ırkçılık, faşistlik, üstüncülük anlamında dünyanın en tehlikeli zihnini inşa etmiştir” derken tüm dinlerin ve tüm ideolojilerin yobazlarının (dolayısıyla kendisinin de) teolojisini anlattığını fark edebilmesini diliyor; küçük aklımıza katık etmemiz için tel dolaptan azıcık lütfettiği peyniri -ola ki açlık şekeri yükselmiştir de beyne kan gitmiyordur- el sürmeden kendisine iade ediyoruz.