Dedikodunun toplumsal düzeni (insan ilişkilerinin binlerce yıldır değişmeyen bazı ilkeleri) koruyucu, normlara uymayı sağlatıcı işlevi üzerine

Dedikodunun toplumsal düzeni (insan ilişkilerinin binlerce yıldır değişmeyen bazı ilkeleri) koruyucu, normlara uymayı sağlatıcı işlevi üzerine geçen hafta WikiLeaks vesilesiyle yazmıştım. Bu hafta bilmek istemediğimiz ya da bilmesek daha iyi olur türünden ‘gerçek’lerle karşılaşan büyüklerin aciz ve acımasız durumlarına değiniyorum.

Sesli düşünce, söz sayılmaz. Çocuklar dili öğrenirken yüksek sesle akıllarından geçen her şeyi söyledikleri bir dönem yaşar. Az önce istediği kurabiyeyi vermediğiniz için yanınızdan ‘pis anne’ ya da ‘babamı sevmiyorum’ gibi bir sözü 3 yaşında bir çocuktan duyduğunuzda (“ne dedin, ne dedin?”), anne ya da babaya yönelik olumsuz duygunun varlığı tahmin etmeye gerek kalmaksızın ortaya dökülmesi biraz sarsıcı olabilir. Bunun her çocuğun aklından geçen bir düşünce olabileceğini bilmek bizi rahatlatsa da, çocuğun zihin kontrol mekanizmalarını henüz geliştirememiş olması sebebiyle duyabildiğimiz (sesli) düşüncelerini duymamız onlara hak etmedikleri bir gerçeklik kazandırır. Oysa ergenlik çağındaki çocukların yetişkinlere zaman zaman duyduğu öfke 3 yaşındaki sesli düşünen bebekten çok daha güçlüyken, ergenin ketumluğu sayesinde ‘yüzümüze gülen’ yanını görürüz.

Anne-babasına ya da öğretmenine ‘gıcık’ olan genç, sesli düşünmeyi bastırmayı öğrendiği için başını derde sokmamak için susmayı tercih eder gözükse de, sustukça bunalmaya başlar. Susmamaya teşvik eden bir ortam sağlanmadıkça, bu bunalma derinleşebilir. Ergenlik günlükleri, ortaya döküldüğünde, anne-babalar ve her türlü yetişkin hakkındaki görmek ve duymak istemediğimiz ne varsa, duygu ve düşünceler suratımızda patlar. WikiLeaks’in değişik biçimleri her evde, çekmecelerdeki günlüklerde, daha teknolojik olanların facebook ya da formspring hesaplarında bulunabilir.

Gündelik hayatta hakkımızda düşünülenleri ne kadar duymak isteriz? Sahiden bilmek ister miyiz? Hele karşımızdakinin aklından geçen her şeyi duysak neler olabilir? Aklımızdakileri başkaları duyuverse, ne olur? Her düşündüğümüzün başkalarınca bilinmesini ister miyiz?

Bazen dedikodu olarak bilinen bilgilerin kesinleştirilmesi, şüphe duyduğumuz bir durumun aslında gerçekten şüphelendiğimiz yönde olduğunu öğrenmemizi de ‘sağlar’. Bir bilgiyi şüphede bırakmak, gerçeğin tümünü öğrenmemek bir tercih olabilir: "Belki öyle düşünmüyordur ya da belki öyle değildir" diyebildiğimiz ölçüde, gerçeğin korktuğumuz gibi olmayacağını umarız. Doğruya, gerçeğe ve hakikate her zaman ihtiyacımız var mı? Gerçeği bilmek istemez mi insan, demeyin.

Basit ve alakasız bir örnek vereyim: Kilo aldığından kuşku duyan (ve bunu yapmak istemeyen) kişinin tartıya çıkmak istememesi. Gerçek rahatsız edici ise ki olabilir, ya gerçeği, ya da söyleyeni yok etmek çoğunluğun başvurduğu bir yol.

Acımasız yetişkinler. Sadece kendi duymak istediklerinin söylenmesini isteyen büyüklerin kristalize biçimi olan iktidarın, kendi hoşuna gitmeyen şeyleri söyleyen gençlere tepkisine şaşırmadım. Farklı, hoşuna gitmeyen sesi ezerek bastırma geleneğinin sahiplenicisi çok. Bu eğilim iktidarda olanlarca bol keseden kullanılıyor. Evdeki iktidarları da unutmayalım. Farklılığı bastırarak yok edeceğini sanma yanılgısı, rahatsız edilmeden saltanat sürdürme geleneğinin doğal tamamlayıcısı.

Üniversitelerde ve sokaklardaki protestocu gençlere dönük ‘orantısız güç’ uygulamasının tartışmasını gençlerin söyledikleri ya da yaptıklarının doğruluğu ve uygunluğu üzerinden yapmak pek doğru değil. Güç sahibi olan büyüklerin acımasızlığının bağışlanmazlığını değiştirecek bir açıklama bulunamaz.

Ülkemizin çocukları iktidardaki büyüklerin hoşuna gitmeyen hareketler yaptığında, çocukların aklını birilerinin çeldiğini düşünmek, organize işler kuramlarına sarılmak, gerçeği görememe kadar gerçeği görmek istememenin de bir sonucu. Bu tip şeyleri çocukların kendi kendilerine yapabileceğine inanamamak, “yok canım bu çocuklar kandırılmış” demek, ilk başta bir parça babacan bir yaklaşım gibi gözükse de, sokaklardaki, resmi demeçlerdeki sevgisiz hoyratlığı görünce bu iyi niyetli açıklamam anlamsızlaşıyor, ne yazık ki...

Gerçeği duymak yerine gerçeği haykıran bir sesi susturmak bir süre için büyüklerin huzurunu, ailenin saadetini koruyabilir. Kulak vermek mi, kulak çekmek mi, ikilemini aşamayan aileler (ve toplumlar) ise, ne yazık ki, dokusunu kaybeder; aile olmaktan çıkar.