Bir eski zaman şehriydi.

Çok şeyler katmışlardı gidenler,

Bir şeyleri götürmeden evvel…

Üçbin küsur sene evvel bir Asurî kılıcının kabzasından ele akan kanla şehrin ismi kabzaya nakşedilmiş tarihi Amida sahiden çok sergüzeştler yaşamış / yaşayan bir şehir. İnsan teki bu tuhaf ve sırlara gark olmuş şehirde yaşadıkça neler görüyor neler.

Geçtiğimiz Mart ayının 28’inde Kütüphanecilik Haftası nedeniyle “Yazar-Kimlik-Mekân ve Edebiyat” başlığı altında bir söyleşi yapmam nedeniyle konuk olduğum Diyarbakır’ın Ofis Semtindeki İl Halk Kütüphanesinin yeniden düzenlenerek açılışına yazar kimliğim nedeniyle hafta içi davetliydim. Açılış saatinde mekâna vardığımda benim gibi davete icabet eden birkaç yazar arkadaşımla merhabalaşıp ayaküzeri muhabbeti koyulaştırdık. Sonra öğrendik ki açılış Bakan marifetiyle yapılacak(mış). Bakan dedikse bu satırları okuyan ve konuya vakıf olmayanların tahmin edeceği gibi Kültür Bakanı sanmayın, açılışı yapan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı. O gün ben ve diğer yazar arkadaşlarım garip ve tuhaf bir ruh hali içindeydik. Tabi işin garipliği açılışı yapan bakan’ın entelektüel kimliğinden azade bir ruh haline tekabül ediyordu. Bir siyasal ve bürokratik protokol haliyle Hayvancılık, Tarım ve Gıda Bakanı yanındakilerle “İl Halk Kütüphanesi”ni açtı, bizler kalem erbapları da bir köşeden izledik ve sonra sessiz sedasız ayrıldık. Başbakan’ın tabiriyle “Bi xêr be…”

O gün tabi o kadarla bitmedi. Kendi adıma, kent iki güzel ve farklı birlikteliğe daha ev sahipliği yaptı. Bir ay öncesinden geleceğinden haberim olan Ekrem Cemil Paşa’nın kızı Pervin Abla ile buluşacaktım. Pervin Cemil ile 90’lı yılların sonunda Brüksel’de, Brüksel Kürt Enstitüsünün Başkanı olduğu yıllarda tanışmıştım. Brüksel’de sevgili arkadaşım Ferda Cemiloğlu beni tanıştırmıştı. Zarif kişilikli bir hanımefendi olarak bana Ekrem Beyle, Kadri Beyin “Muhtasar Hayatım” ve “Doza Kürdistan” kitaplarını armağan etmişti. Önce telefonlaşıp sonra buluştuğumuzda sürpriz yaptı ve Ferda’nın kardeşi Reşitle birlikte, Pervin Abla yanında ablası Handan Cemil’i de getirmişti. İki saat güzel bir muhabbet yaptık. Zayıf Türkçeleri, fesih, anlaşılır çok güzel Kürtçeleri ile güzel bir anı muhabbetleştirdik. “Uzaktan baktığımda Dîyarbekir’de Kürtçenin bittiğini sanıyordum. Ama geldiğimde gördüm ki; hangi işyerine girdimse, kiminle konuştumsa çok rahat Kürtçe konuştuklarını fark edip sevindim. Ama neden Türkçede ısrar ettiklerini anlamadım” diyordu Pervin Cemil. Hem kendisine hem de İsveç’te yaşayan Handan Hanıma, “Zevalsiz Ömrün Sürgünü, İsyan Sürgünleri, Gittiler İşte ve Dîyarbekir El Sallıyor” kitaplarımı imzalayıp armağan ettim.

Ama galiba o tuhaf günün taçlandırıcı programı ve buluşması akşama doğru Sur Belediyesinde yaşadıklarımdı. İki gün önce Sur Belediyesi Özel Kaleminden bir davet almıştım. “Kırklar Meclisi” adı altında bir buluşma gerçekleştireceklerdi ve davet ediyorlardı. Yıllar evvel “Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, Diyarbakır” kitabımda çok eski zamanlarda bir mesel gibi “çayın öte yüzünde”ki bir kadim köşk olan “Qews Köşkü”nün avlusunda “don”undan sıyrılıp insan suretine bürünen akil insanların “Meşveret Meclisi”ni yazmıştım. Modern zamanların garip dünyasında yeniden böyle bir meclise ihtiyaç duyulması “Külliyatı Mukadderatında” gizli bir şehir için çok anlamlıydı.

O gün o üç saat süren kırk kişilik meclisin gerekçesini kadim dostum ve arkadaşım Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’tan dinlerken bu şehirli olmanın insana kattıklarını bir kez daha gururla yaşadım. Yoksulluğun ve yoksunluğun kanayan açık bir yara gibi şehir halkının alnına çaldığı kara lekeleri silmede kültür, kimlik, dil, tarih eksenli bir gönüllü meclisinin yapacaklarının çok anlamlı olacağına o gün bir kez daha yürekten inandım.

Sürpriz yapmayı ve ilkleri şehre ve coğrafyaya armağan etmeyi seven çok dilliliğin mimarı bir yönetici Başkan Abdullah Demirbaş. Başkanı olduğu tarihi Sur Belde Belediyesinin kesintisiz en az beşbin seneden bu yana insanların mekânlarla buluşarak hayatlarını sürdürdükleri bir yer olduğunun bilinciyle şehrin sicilinden geçmiş 34 kavmin hemşehrisi ve kültürel varisi olduğunu bilerek sorumluluk üstlenmek kolay iş değil. Müslüman, Hristiyan, Êzidî, Alevi, Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Süryani, Keldani; özetle etnik, dini ve cemaat temsiliyetlerini hassasiyetle gözeten bir gönüllü meclis. Siyasetten azade, şehrin zengin kültürel dokusundan beslenen bir birliktelik. Umutluyum ve kutluyorum…