Sabah radyodan Elton John konseri ile ilgili haberi dinliyordum.

Sabah radyodan Elton John konseri ile ilgili haberi dinliyordum. Caz Festivali programı içinde Küçük Çiftlik Parkı’ndaymış konser. O sırada Küçük Çiftlik Parkı yakınından geçiyordum. Basit bir rastlantı.

Birkaç gün öncesinde bir vapur yolculuğundaydım. Akşamın geç vakti. Yakınımda oturan bir “iş sahibi” dizüstü bilgisayarını iştahla karıştırıyordu. Neden sonra “Otuz tonluk siparişin teyidi geldi” dedi yanındaki arkadaşına; ağzı dolu dolu. Sanki otuz ton mal ağzında gibi... Sonra, bir “keyif” dergisinden Elton John konserini işaretledi ve dizüstü bilgisayarına onun da “teyidini” yazdı.
               
Sabah, radyo haberiyle birlikte bir konsere bir gidesim gelse de, ağzımda otuz ton malın eksikliği olduğundan, kararsız kaldım. Seçimi sonraya bıraktım.
             
Sırada Bon Jovi konseri var. Bugüne kadar tüm dünyada sattıkları 125 milyon albümden bir tanesini bile satın almadım. Onca tırla, otobüsle gelip Galatasaray’ın yeni stadında konser verecekler. Beş yüz lira olan en pahalı biletler hemen tükenmiş. Ucuzundan bir bilet alıp, tepeden seyretmek ilginç olabilir diye düşünmekteyim.

Öğleden sonra, internet üzerinden bilet satışı yapılan bir noktadayım. Önümde iki kişi var. İki bilet istedi öndeki adam ve “Elton John” dedi keyifle. Sonrakinin isteği  Bon Jovi için dört bilet. Benden sonra kuyruk uzun. Yavaşça “Kırkpınar’a Cumartesi ve Pazar için iki bilet” dedim. Özellikle Kırkpınar’ı çok yavaş söyledim, ortama uygun düşmez kaygısıyla! Satıcı arkadaş duymadı, anlamadı. Yineledim. Gene anlamadı. Çünkü kulağı Bon Jovi ve ya Elton John’a alışmış…  Yüksek sesle “Kırkpınar yağlı güreşleri için…” dedim. Bileti alıp, tarihi ve numarayı kontrol ederken, konser biletleri arka arkaya satılıyordu. Bir aralıktan geçer gibi geçtim bekleyenlerin arasından…
               
Edirne’ye İstanbul yönünden gelenleri “TOKİ estetiği” karşılıyor. Mimar Sinan’ın yüz yıllık hayatına sığdırdığı üç yüz elli eser içinde, bence en başta geleni Selimiye.  Avrupa yönünden girişte, oluşturulan görsel çerçeve bozulmadan sizi selamlıyor. Kenti çevreden merkeze çeken bir güç odağı gibi. Etkileyici, zarif, hafif. Önce iki minareyi görüyorsunuz uzaktan, sonra dörde çıkıyor. Her bir ayrıntı böylesi dinamik, canlı bir estetikle oluşturulmuş… Doğu girişindeki TOKİ estetiği ile Batı girişindeki Sinan estetiği arasında da bir kültür aralığı var. Buna aralık demek biraz zor, çünkü mesafe nerdeyse bir çöl hacminde!
               
Cumartesi yapılan güreşlerde, benim favorim ve son iki yılın başpehlivanı Mehmet Yeşil Yeşil ikinci turda yenildi.  Bu yıl da başpehlivan olsaydı, üç yıl üst üste başpehlivan olduğu için, altın kemer ömür boyu ona verilecekti. Tarihi bir fırsatı kaçırdı pehlivan.
             
Güreşin en zorlu maçları Pazar günü yapılıyor. Cumartesi  akşamı Edirne tam bir şenlik. Ortalık kararmadan, onlarca yoldan binlerce insan Sarayiçi bölgesine akıyor. Burası geniş bir alan. Binlerce Edirneli fuar/panayır/Pazar/sirk/piknik karşımı olan, ama tamamen kendine özgü bir niteliğe sahip bir “olayı” yaşıyor burada. Bir tarafta en son model araba ve traktörler gibi malların satışı. Bir tarafta, oracıkta üretilen pişmaniye tezgahı. Pişmaniyeci hem satıyor hem de yoldan gelen geçene bir lokma ikram ediyor. Ben ne traktör aldım ne de pişmaniye; bir dizi deve ve koyun çanı. Çay bahçeleri  tıklım tıklım. Kuzu çevirme alanı ise, bir anason ortamı. Yüzlerce masada mutlaka rakı. Gündüz pehlivanları coşturan davul-zurnacılar, aynı otantik giysileri ile, onlarca gruba ayrılmış, masaları coşturmakta. Gürültü kıyamet. Ötede ise başka bir kıyamet; Candan Erçetin konseri. Hepsinin toplamı bir Edirne cazı. Doğaçlama. Ortamın sağlık koşulları AB ölçütlerine %95 aykırı. Olsun, aykırılık cazın doğasında var.
               
Cazın bir bölümü de, pek çok otoparkta, cami bahçelerinde sürüyor. Bulgaristan, Yunanistan ve Anadolu’dan gelen binlerce güreş izleyicisi, açık havada yiyip içip, söyleşiyor, sonra da devrilip bir kilimin, olmadı mukavvanın üstüne, açık açık havada uykuya dalıyor.
               
Edirne’de yaşayan bir akademisyen tanıdığım, güreşler için geldiğimi söyleyince çok şaşırıyor. Ömründe Sarayiçi’ne adımını atmamış. “Orada bir şeyler oluyor, evet. Daha çok roman vatandaşlar ilgi gösterir” diyor. Hiç ilgisini çekmemiş, gerek duymamış, uzak durmuş!
               
Elton John, Bon Jovi ve Kırkpınar’a kaç kültür aralığından zikzak yaparak geçtiğimi parmak hesabıyla çıkarmaya çalışıyorum.

Haftanın dizesi; “bir çiçek solmuşsa koklandığı içindir” (Arkadaş Z. Özger;, Mayıs Y.)