Aziz Nesin’in bir öyküsünde, bizim kültür başkenti “kompleksimize” benzer bir olay anlatılır

Aziz  Nesin’in bir öyküsünde, bizim kültür başkenti “kompleksimize” benzer bir olay anlatılır: İyi bir işveren, çok sevdiği bir elemanını işten çıkarmak ister. Aralarındaki yaşanmışlıklar ve insani ilişkileri nedeni ile bunu kurnazca planlar: Önce konumunu yükseltir. Kişi, yeni konumundaki işleri yapacak birikime sahip değildir. Başarısızlık ağrına gider. Eski konumuna da inemeyecektir. Öykü kahramanı işi bırakır.

Böyle olaylar öykülerde yaşanır...

Bizim İstanbul, Kültür Başkenti oldu ya. Eski sıradanlığına dönemez. Alıştı artık başkent olmaya. Kültürün arkasından “Spor Başkenti” oldu. Zaten, giderek alışverişin başkenti olmakta…

Alışveriş meselesi bir mecaz değil. Bu yılın Mart ayında alışveriş festivali düzenlenecek. İnsanlar 24 saat alışveriş ve etkinlikte bulunacaklar. Olur elbet, kim ne der?

Alışveriş festivali duyurusunu görünce, bir yıl önce ortaya atmayı düşündüğüm öneriyi yeniden düşündüm. Kültür başkenti kapsamında, diyelim ki Atatürk Kültür Merkezi 24 saat kültür sanat etkinliklerine açık olacak. Hem etkinlik için kullananlar hem de izleyiciler açısından parasız. Küçük müdahaleler; örneğin taksicilerin etkinlikleri bedava izlemesi için AKM önünde beklemelerine ceza yazılmayacak! Bu memlekette RTÜK kanallara ceza için belgesel, kültür sanat programı yayınlama zorunluluğu koyar ya; böyle bir tasarı ile, kültürün ceza ile doğrudan ilişkisine bir müdahele etmiş olacağız.

Bu öneriyi kendim bile fazla “uçuk” bulup, önermeye cesaret edemedim.

Şimdi  bakıyorum; pazarın işleyiş mekanizması sınır tanımıyor. Serbest piyasa girişimcileri benim gibi utangaç değil.

Uçak kapılarına kadar yazdık biz. Geçenlerde Birgün’de bir arkadaşımız da yazdı; son dönemde “Kültür başkenti” kapsamında yapılanlara ilişkin bir ilan furyasına girişildi. Her zamanki gibi kendimizi kendimize anlatma yolunun seçildiğini görüyoruz.

Oysa, ilan tahtalarına, uçak kapılarına, otobüslere yazılanlardan öte, kalıcı yaratılara bakılır.

Bu yıl bale, opera yarışması yapılacak mı? Yoksa, sadece geçen yıla mı özgüydü? Çünkü, bu işlerde “ süreklilik”oluşturmak, gelenek yaratmak” önemlidir, asıldır. Kalıcı yapıt demek, sadece bina değildir. Somut işlerin yanında, somut olmayan kültürel yaratılar da kalıcıdır.

Yeni yıla ne kalacak? Yanıt belirsiz. İşte itirazım bunlara. Kötü yönetiyorlar. Örneğin maden kazası… Yer altında kalan insanlar.. Belki bunlar uç ve beklenmeyen “mücbir sebeb” halleri. Duruma ağır gelen bir örnek sayılabilir. Üstelik, iş koşulları içinde, daha iyisini talep etme anlamında bir birikim, anlayış, gelenek, duyarlılık oluşmamıştır. Bir işte olmanın, bir hak değil, “şükür” nedeni olan/ oldurulan bir kültürde, daha şükredecek onbinler, yüzbinler olduğundan, “mücbir sebebler” karşısında yönetenlerin iradesi temel kabul edilegelmiştir.

Ama, iş bir yıl süren bir kültür meselesi olduğunda, alışıldık uygulamanın dışında işler bekleriz. Yönetenlere göre, yer altından insan çıkarmak zor. Ama  kültür, sanat çok kolay. Başlat töreni, olsun. Bir yıl sonra da bitir töreni...

Bitiremediler bile! Temel anlayış, “protokol” olduğundan, protokol yapıldı, o kadar. Kültür sanat “bahsini” yönetme hususunda bu ne acizliktir! Size toprak altından insan çıkar diyen yok, işi bilenlere yol açıcı olun...

Açılış törenine gittiğim gibi, kapanışa da gittim. Kapanış bir acizlik tablosuydu! Bir avuç zorunlu izleyiciye bıktırıcı protokol tiradları atan birkaç yüksek zevat! Hepsi bu...

Açılışta, bu ülkenin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı sahne alan sanatçıları alkışlamadan havai fişek düğmesine basmaya gitmişlerdi. Kapanışa gelmediler bile.  Şimdi, ben de onları alkışlamıyorum.


Haftanın sloganı; Hapishanelerde hasta insanlar ölüme terkediliyor; Ölümlere son!.