“Medine Dağlarında Susamla Sümbül Ağlar
Dağlar İnim İniler Sular Sarhoş Sel Ağlar
Cümle Kuşlar Figânda Vah Dertli Bülbül Ağlar
Virânede Baykuşlar Hû Çeker Yıl Yıl Ağlar
Kerbela’ya Kulak Ver Sahra Ağlar Çöl Ağlar”


Her hafta sizlere seslenirken iç açıcı, güzel bir şeylerden söz edeyim istiyorum. Olmuyor. Olamıyor. Dört yanımız acılarla çevrilmişken nasıl olup da ağız tadı bulacağız?

Bu ay Aşure ayı. Kerbelâ’dan bugüne aynı acıları aynı adaletsizlikle yaşayan bir toplumun büyük mateminin simgeleştiği Muharrem ayının onuncu günüyse Aşûre günü. Afganistan’da Taliban’ın cihat çığlıklarıyla bir ülkeyi birkaç yüzyıl geriye götürdüğü süreci büyük üzüntüyle izlerken can alanlarla canı alınmışların ritüelleri çarpışıyor aklımda.


***

Aşure günü Sümerlerden bu yana pek çok kültürün, farklı dinlerin ortaklaştığı bir gelenek olarak bugüne uzanıyor. Hristiyanların, Yahudilerin ve Müslümanların zaman zaman bir arada yaşamalarıyla ritüellerini birbirlerine aktardığı bu günü ben de bir şekilde önemserim. Aşmak, ileriye bakmak, çoğalmak, yoktan var etmek gibi insanın içine iyi gelen bir dizi anlam yüklerim bu geleneğe.

Mucizelere inanan, mucizelerden medet uman biri değilim. İnancım da iyilikle şekillenir, insandan yanadır. İyi olanı bulma, iyi için mücadele yolunda masalsı, destansı öyküler kuşaklar arası aktarımı sağlar. Bu büyülü öyküleri dinlemeyi hep sevdim. Şahmeran’ın, Burak’ın, Ankâ kuşunun izini sürdüm. Her yıl Aşûre ayında da mutlaka en az on çeşit olmak üzere yemişi, meyveyi bir kapta karmazsam olmaz.

***

Kerbelâ matemine varasıya zamanda yolculuğa çıkarak Nuh’un Gemisinde fırtınanın dinişiyle, Yunus’un balığın karnından kurtuluşuyla, Musa’nın denizleri yarışıyla, Yusuf’un kardeşlerinin attığı kuyudan çıkışıyla özdeş öyküler kurarak her malzemeyi sıkıntıların bitişine, müjdelerin gelişine, kötüden arınmaya, ümit edilenlerin gerçekleşmesine, sevdiklerimin iyiliğine niyetle katıp karıştırırım tenceremi. Sağlığa, gözün göreceği güzelliklere, gönlün doyacağı sevinçlere.

***

Büyük mateme gelince… Bir büyük katliamın ardından acıyı sağaltmak için paylaşmanın, kötüyü iyiye çevirmenin, belki de tam anlamıyla acıyı bal eylemenin yoludur aşure. Benzer büyük acılarla kuşatılmışlığımızda güçlü kalabilmek, umut edebilmek, direnebilmek ve değiştirmek için bana göre önemli üç unsur var: Kültür, bellek ve vicdan. Önce bilmek, sonra anlamak, hatırlamak ve iyileşmek için atılacak tüm adımları kapsıyor Aşûre ritüeli. Geçmişten bugüne, farklı kültürlerin gelenekleriyle katmerlenip tertemiz semahlarla, deyişlerle buluşuyor. Sınıfsız, çoğulcu bir yaşamı simgeliyor. Kötüyü kötülükle cezalandırmak yerine sessiz, dingin, kararlı, onurlu bir mücadeleye cesaret veriyor. Mağrur ve vakur bir duruşla azı paylaşarak çok etmenin verdiği tatmini yaşatıyor. Renkliliği, çeşitliliği, zenginliğiyle ağız dolusu şenlik!
***

Bu yıl Aşûrem orman canlarına, dallara, yapraklara…
Afetlerde kolu kanadı kırılanlara…
Sesi kısılmak istenen tüm gazetecilerimize, düşünürlerimize…
Tutsak siyasetçilerimize…
Akademinin bağımsızlığı için direnen, hepimize umut olan Boğaziçili gençlerimize…
Öğrencileri için, toplumsal barış için yılmadan dimdik duran akademisyenlerimize ve bilime…
Aymazların, cahillerin son hedefi, bu ülkenin aydınlığı Genco Erkal’a, sanatçılarımıza…
Afganistan’ın ve ülkemin kadınlarına…
Tercihleriyle yargılananlara, çirkince hedef alınan Ebrar Karakurt’a…
Başarılarıyla yüz akımız kısa şortlu güzel kızlarımız, Filenin Sultanlarına…
Hakkı sömürülen, direnen emekçilerimize…
Sevdiklerime, aileme…
Tamamı faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerde yakınlarını yitiren ve on yıllardır adalet arayan büyük aileme…
Yurdumun acılara alışkın canlarına, yüzü aydınlığa dönük tüm ötekilerine…
Anlaşılmayan bir dilde halay çekenlere…
Dünyanın bütün sabahlarına…
Havaya, suya, toprağa, ateşe…
Haluşkama, Kayısı’ma, Gaia’ma…
Bağımsızlığa, barışa, yurduma, aydınlığa, ışığa, yıldızlarıma…
Gerçeğe…
Buğday, nohut, üzüm, susam, nar, fıstık, portakal, badem, Hindistan cevizi, süt ve daha neler neler koydum bilseniz.
Afiyetle, bereketle olsun. Aşk ile…