Bütün bunlar kuşkusuz ki, tekniği büsbütün yadsıyan gerici ve natüralist tavsiyeleri doğrulamaz. Çünkü en nihayetinde teknik, tüketimin demokratikleştirilmesi için gerekli bir kazanımdır. Ama tekniğin bu işlevi kapitalizmin egemenliği altındaki bir dünyada asla başat kılınamaz.

Kültür endüstrisi, müzik ve minimalizm
Evgeny Grinko.

Ulaş Bager Aldemir

Sanat, teknikle nasıl bir ilişki içindedir? Bu soru akla, hiç kuşkusuz ki Walter Benjamin’in meşhur yazısını getirir: “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı”.

Benjamin’in teknikten duyduğu hoşnutsuzluk hakikilikle ilgilidir. Çünkü “teknik yolla yeniden üretim” sanat yapıtının biricikliğini ortadan kaldırır: “Özgün yapıtın şimdi ve burada’lığı, o yapıtın hakikiliği kavramını oluşturur. Bronz bir yapıtın üstündeki yeşil küfün kimyasal çözümlemesi o yapıtın hakikiliğinin saptanmasına yardımcı olabilir; bunun gibi, Ortaçağ’a ait bir elyazmasının On beşinci Yüzyıl’a ait bir arşivden geldiğinin kanıtlanması, o yazının hakikiliğinin saptanmasını kolaylaştırabilir. Hakikilik, teknik yolla–doğal olarak aynı zamanda başkaca yollarla da- gerçekleştirilen yeniden-üretimin bütünüyle dışında kalır.”


Benjamin, elbette ki tekniğin olanaklarının da farkındadır. Teknik yolla yeniden üretim, “el”den üstündür ve yapıtı zamanın ve mekânın tasallutundan kurtarır: “… hakiki yapıt, elle gerçekleştirilen, kural olarak da taklit damgasını yiyen yeniden-üretim karşısında otoritesini bütünüyle korurken, teknik yolla gerçekleştirilen yeniden-üretim için durum böyle değildir. Bu iki nedene dayanmaktadır. Önce teknik yolla yeniden-üretim, elle gerçekleştirilene oranla hakiki yapıt karşısında daha bağımsız konumdadır. Teknik yolla yeniden-üretim, örneğin fotoğraftaki gibi, hakiki yapıtın insan gözüyle değil, ancak ayarlanabilen ve bakış açısını başına buyruk seçebilen objektif tarafından objektifçe saptanabilecek notlarını ön plana çıkarabilir, büyütme veya ağır çekim gibi yöntemlerin yardımıyla insan gözünün algılayamayacağı görüntüleri saptayabilir. Birinci neden, budur. İkinci olarak teknik yolla yeniden-üretim, özgün yapıtın kopyasını yapıtın aslı için düşünülemeyecek konumlara getirebilir. Her şeyden önce ister fotoğraf, ister plak aracılığıyla olsun, yapıtın izleyiciye gelmesini sağlar. Katedral, bir sanatseverin stüdyosuna gelmek için bulunduğu yerden ayrılır; bir salonda veya açık havada çalınmış olan koro yapıtı bir odada dinlenebilir.”

Benjamin’in dikkat çektiği bir diğer nokta ise kutsallığın ve törenselliğin yitirilmesidir: “Bilindiği gibi, en eski sanat yapıtları önce büyüsel, sonra da dinsel nitelikli kutsal törenlerin hizmetinde kullanılmak üzere oluşturulmuştur. Burada belirleyici olan nokta, sanat yapıtının özel bir atmosfer taşıyan varoluşu ile törensel işlevi arasındaki bağıntının hiçbir zaman bütünüyle kopmamasıdır. Başka deyişle, “hakiki” sanat yapıtının biriciklik değeri, temelini, özgün ve ilk kullanım değerine de kaynaklık etmiş olan kutsal törende bulur. Sözü edilen temel, ne denli dolaylı olursa olsun, güzel’e hizmet edişin en dünyevi biçimlerinde bile dinden bağımsız bir tören niteliğiyle belirgindir.” Benjamin, törenselliğin yitirilmesinin beraberinde hakikiliği de ortadan kaldırdığını vurgulasa da, teknik yolla yeniden üretimin yapıtı özgürleştirdiğini belirtmekten de geri durmaz: “Sanat yapıtının teknik yoldan yeniden-üretilebilirliği, dünya tarihinde ilk kez yapıtı kutsal törenlerin asalağı olmaktan özgür kılmaktadır.”

Ben, ne hakikiliğe ne de törenselliğe odaklanıyorum. Bana kalırsa teknik yolla yeniden üretimin beraberinde getirdiği en büyük olumsuzluk, yapıtın kitleselleşmesi, yani tüketim kültürü tarafından sömürgeleştirilmesidir. Bu bağlamda, Benjamin’in geçerken dile getirdiği şu cümlenin altını özellikle çizmek gerekiyor: “Yeniden-üretim tekniği… yeniden-üretilmişi çoğaltarak, onun bir defaya özgü varlığının yerine… onun… kitlesel varlığını geçirmektedir.”

Kitlesel üretim, var olan ya da var olsun istenen bir talebe işaret eder; yani kitlesel tüketime. Elbette ki iyi bir yapıt da kitleselleşebilir ama asla kitlesel tüketim için üretilmez. İnsanı temel ihtiyaçların tasallutundan kurtaran, örgütlenmiş kültür olarak komünizmde bile, kalabalık tehlikelidir. Öte yandan her seri üretim, abartılı bir hızla sallanan sicimlerin de başına geldiği gibi sanat yapıtının gözden kaybolmasıyla sonuçlanır. Bugün, elektronik platformlarda yersiz yurtsuzlaştırılan görsel ve işitsel medyalar, adeta teknik yeniden üretimin finansallaşmasını beraberinde getirmiştir. Çağımızda kültürün endüstriyel üretimi hayali ihracata, kitlesel tüketim ise borsa spekülasyonuna dönüşmüştür. Her şey Spotify ya da YouTube’daki dinlenme ve izlenme sayılarından ibarettir artık. Benjamin’in de belirttiği gibi istatistik, algılarımızı da istila etmiş ve gerçeklik, niceliksel bir hologram hâline gelmiştir..
Aşağıdaki kısa sohbette, çağımızın önemli minimalist müzisyenlerinden Evgeny Grinko’nun teknik ve minimalizm hakkındaki fikirlerini okuyacaksınız. Grinko, benden farklı olarak tekniğin olanaklarına daha fazla dikkat çekmiş. Takdir okuyucunundur.

Evgeny Grinko müziğini sonelerden oluşan lirik bir şiir kitabına benzetiyorum. Bu bağlamda öncelikle şunu sormak isterim: Neden minimalizm?

Minimalizm benim için duygularımı ve düşüncelerimi ifade edebildiğim tek yol. Bilginin haddinden fazla yoğunlaştığı bir dünyada yaşıyoruz, dolayısıyla sanatçının en az notayla, sesle ya da kelimeyle güzel bir iş yaratabilmesinin çok önemli bir kabiliyet olduğunu düşünüyorum.
Bence, gerçek bir sanatçı, sadece birkaç notayla insanların kalbine dokunabilmelidir.

Müziğin kültür endüstrisiyle doğrudan ilişkili olması nedeniyle, sizinle sanat ve piyasa sorunu hakkında konuşmak istiyorum. Çoğu şeyin popüler bir tüketim nesnesine dönüştürülerek değersizleştirildiği ya da Walter Benjamin’in deyişiyle söylersek “Sanat yapıtının tekniğin olanaklarıyla yeniden üretilebildiği” bir çağda, sanat hâlâ mümkün müdür? Kısacası bir müzisyen olarak sanatın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bununla ilgili iyimserim aslında, meseleye başka bir açıdan bakmayı öneriyorum. Yeni zamanlar, yeni fırsatlar yaratıyor. Bugün bir sanatçı, toplumla her zamankinden daha doğrudan bir iletişim kurabiliyor ve sanat kitleler açısından daha erişilebilir hale geliyor. Mesela henüz bundan 30-40 yıl önce bile insanlara ulaşma şansım son derece düşüktü. Plak şirketlerine gidip müziğimi kaydetmelerini ve plaka ya da CD’ye basmalarını umut etmek zorundaydım. Ya da zengin bir hami, sponsor veya yatırımcı bulmak zorundaydım. Fakat günümüzde, sosyal ağlar sayesinde bir müzisyen olarak dinleyicinize doğrudan ulaşabiliyorsunuz. Yeni olanaklar sayesinde herkes cebindeki telefonunda sanatı taşıyabiliyor; sanatçı da kendini ifade etmek, dinleyicisiyle buluşmak ve yeni sanat biçimleri yaratmak için yeni yollar arayabiliyor. Yani teknolojinin ve sanatın geleceği için heyecanlıyım ve müzik endüstrisinin nasıl gelişeceğini görmek için sabırsızlanıyorum.

Söyleşiyi çeviren: Kerim Can Kara