Devlet hiçbir zaman sanata, çok büyük destekçi olmadı. İstanbul o kadar büyüdü ki, eskiden 1 tane konser salonu vardı, şimdi ise İstanbul’a 3 tanedaha salon lazım. 3 büyük salon lazım. Lütfi Kırdar, bugün Türkiye’nin en iyi müzik icra edilebilecek salonu. Ama o da sanatçılar tarafından yürütülen bir yer değil.

Kültür merkezlerinin devlet desteğine ihtiyacı var

Burak Abatay @abatayburak

Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO), 2018–2019 sezonu programını açıkladı. Sascha Goetzel yönetimindeki BİFO sezonu, 4 Ekim 2018 Perşembe akşamı ünlü flüt sanatçısı Bülent Evcil solistliğinde, Fazıl Say’ın Flüt Konçertosu’nun dünya prömiyerinin yapılacağı konserle açacak. Borusan Sanat’ın yeni sezon programında, Katia & Marielle Labèque piyano ikilisi, “perküsyon sihirbazı” olarak bilinen Evelyn Glennie ve Rudolf Buchbinder de yer alıyor.

Yeni sezon öncesinde Borusan Sanat Genel Müdürü Ahmet Erenli ile Borusan Sanat’ın hedeflerini ve ülkedeki sanat ortamını konuştuk.

► Yeni sanat sezonunu açıyorsunuz. Neler bekliyor bizi? Sizin önemsediğiniz ilkler var programda. Bize biraz bunlardan bahsedebilir misiniz?
Bu senenin üç prömiyeri var. Bizim için önemli olanlardan biri. Fazıl Say’ın yeni flüt konçertosunun dünya prömiyeri var. Ondan sonra Katia & Marielle Labèque, Mischa Maisky, Rudolf Buchbinder, Evelyn Glennie, Denis Kozhukhin, Ryan McAdams, Miah Persson, Elena Maximova, Rame Lahaj, Adam Plachetka, Nemanja Radulović, Bülent Evcil, Rengim Gökmen ve Gülsin Onay gibi isimler olacak.

► Bu kadar daralan bir kültür sanat ikliminde, hem mekanların gitgide azaldığı bir dönemde, ekonominin tepetaklak olduğu bir dönemde, Borusan’ın sanatta ısrar ettiğini görüyoruz. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
İKSV’nin ilk kurucuları arasında zaten Asım Kocabıyık da var. Nejat Eczacıbaşı ile birlikte kuruyorlar İKSV’yi. Ondan sonra Ahmet Kocabıyık’ın isteği doğrultusunda bir orkestra oluşturuldu ama o da oda orkestrasıydı. Oda orkestrasından sonra Gürer Aykal ile filarmoni dönemimiz başladı. Bir müddet o devam etti daha sonra filarmoni orkestrasını Gürer Bey, Sascha Goetzel’e devretti. Dünyaya açılan bir orkestra olduk. Şimdi gördüğüm kadarıyla da yani yapılan çalışmalar da bu yönde devam edecek. Elbette kriz dönemlerinde biz de kesintiler yapıyoruz. Bazı eklemeler yapıyoruz. Bir bütçenin bir kısmını bir yerden alıp başka bir yere veriyoruz. O bütçenin içinde kalarak değişikliklere gidiyoruz. Ben festival direktörüyken 40 konser yapmazdık da 35 konser yapardık kriz dönemlerinde. E bizde de şimdi öyle şeyler olabilir. Mesela Avrupa turneleri özellikle çok büyük bir masraf. Beş konser değil de dört konserle gidebiliriz yurtdışına. Böyle şeylerle idare edip devam edeceğiz tabii ki.

► Böyle politik/ekonomik kriz dönemlerinde sanatın iyileştirici gücüne inanmak lazım galiba.
Tabi böyle dönemlerde insanlar daha çok konserlere gidiyor, daha çok etkinliklere katılıyorlar, daha çok ilgi var. Geçen sene bizim neredeyse satacak yerimiz kalmadı.%98’e kadar ulaştık. Bu seneki ilk satışlar yine aynı şekilde çok iyi gözüküyor. Ve şeye inanıyorum ben, sene sonunda yine çok iyi bir doluluk yakalayacağız. Bu dönemlerde insanlar herhalde biraz karanlık atmosferden çıkmak istiyorlar ve konserlere, etkinliklere daha çok katılıyorlar.

► Bir yandan da BİFO uluslararası da bir iş yapıyor. Yalnızca Türk izleyicisine yönelik değil, Avrupalı izleyiciye de malzeme sunuyor. Aradaki izleyici farkını nasıl yorumluyorsunuz?
İzleyici farkı şu: Biz Avrupa’da daha çok alkış alıyoruz. Reaksiyonlar daha fazla ama Alman veya Avusturalyalı beğenirse çok alkışlıyor, İtalyan da öyle. Ama mesela İngiltere’de bizim aldığımız reaksiyon o kadar pozitifti ki çok şaşırdım. İngilizler genelde daha az alkışlarlar Alman ve İtalyanlara göre. Bir de risk de var tabi beğenmezlerse yuhalııyorlar. Bu bizde yoktur mesela. Bizde hiçbir zaman yuhalanmaz ki benim de pek sevdiğim bir şey değildir. Sanatçı illa ki her gün en iyi döneminde olmayabilir. Bir de bizim seyircilerimiz daha genç. Avrupa seyircisi çok yaşlandı artık. Hakikaten beyaz saç denizi var. (gülüşmeler)

► Türkiye’de hep şöyle bir algı var, özellikle caz festivalleri için de, klasik müzik programları için de ‘’elit’’ aktivitesi olarak yorumlanır. Buna ne diyorsunuz?
E biraz öyle. Opera, klasik müzik vs. bizim etkinlikler ağırlıklı olarak bir konser salonunda yapılmak durumunda. Ve o sınırlı sayıda oluyor tabii. Sınırlı sayıda olduğu için de bilet geliri tabii ki düşük oluyor. Biz mesela şu anda tam giderlerimizi uygulasak, bilet fiyatlarının belki de 1000 TL’den fazla olması gerekiyor. E böyle bir şeyi yapmak mümkün değil. Onun için kalanını da Borusan karşılıyor. Böyle problemler var ama şöyle de bir şey var; öğrenciler mesela hala izleyiciler arasında önemli bir yer tutuyorlar. Çok fazla genç var Türkiye’de klasik müzik konserine gelen. Ama İngiltere haricinde Avrupa’da yok o. Çok az. Onun için özellikle prodüksiyonlarda, operada düşme olsa bile (yurt dışından bahsediyorum) çok büyük bir azalma yok. Yani %2’lerde deniyor. Guardian’da vardı bir makale, operada düşme müzikallerden daha düşük mesela. Müzikallerdeki düşme daha yüksek, ki müzikaller daha popüler kültüre yönelik şeyler. Elit mi evet elit. Biraz bilmek gerekiyor yani hiçbir şey bilmeden klasik müzik veya operadan zevk almak çok kolay değil. Biraz okumamız gerekiyor, o müzik hakkında bilgimiz olması gerekiyor. Eğer hoşunuza gittiyse müzik onun içine daldığınızda o sizi zaten alıp götürüyor.

kultur-merkezlerinin-devlet-destegine-ihtiyaci-var-515376-1.

► Verdiğiniz bilgiye istinaden sormak istiyorum, müzikallerin klasik müzik programlarına göre daha fazla düşüşü hakkında bir bilginiz var mı? Neden olabilir?
Avrupadaki o büyük müzikallerdeki düşmeyi bilmiyorum. Ben prodüksiyonlara bağlıyorum. Operadaki düşmeyi de aynı şeklide. Çünkü o kadar kötü prodüksiyonlar var ki. Geçenlerde Berlin’de bir prodüksiyonu izlemiştim (La Traviata) ki bundan daha popüler bir opera yok herhalde. Yani izlenecek gibi değildi. Öyle bir şeye kim karar vermiş, kim yapmış, bu kadar kötü bir prodüksiyonu nasıl yapmışlar. Hem de Berlin gibi bir yerde… Avrupa’nın kültürel başkentlerinden biri. Onun için şaşırdım. Zaten çok kötü eleştiriler de almış. İlk gece galiba yuhalanmış da. Ben bunu, bu kötü prodüksiyonlara bağlıyorum yani bu prodüksiyonlar artık insanları çekmiyor. Bir de şey var, özellikle bazı sanatçıları gereksiz yere zorla insanlara empoze ediyorlar. Yani o sanatçılar o kadar iyi değil. O kadar büyük kaşeler var ki şu anda. Yani klasik müzik için söylüyorum, katiyen onun değeri değil, ederi değil. 1950’lere 60’lara veya 40’lara baktığınızdaki profille şimdiki profil o kadar farklı ki. Avrupa klasik müziğe sanatçı yetiştiremiyor çok fazla. Biraz burada Rusya hala iyi, Rusya’dan hala iyi sanatçılar çıkıyor. Mesela, Gürcülerden çok iyi sanatçılar çıkıyor, Polonya öyle Polonya’dan iyi sanatçılar çıkıyor. Ama mesela çok az, aa denecek İtalyan sanatçı çok az. Hâlâ Ricardo Muti ile devam ediyorlar ki, Muti de 80 yaşına geldi artık. Yeni genç hani alıp götürecek insanların arkasından koştuğu bir klasik müzik ikonu yok şu anda orada da.

► Peki Türkiye’de nasıl? İtalya ile benzer durumda mı Türkiye?
Eee biraz benzer sanırım. Leyla Gencer ile konuşurduk zamanında. ‘O büyük gazeteler, artık opera ve klasik müziğe yer vermiyor’ diye. Sadece La Scala operasının yaptığı gösteriler en önde yer alıyor, kocaman sayfa sayfa yer alıyor. Onun dışında biraz arkadan gelen orkestralar, operalar yer almıyor’’ dedi. Avrupa’da da var, İtalya’da da var bu. Almanya bu konuda tabii ki daha iyi. Yani hala güçlü, çünkü en güçlü CD firması Deutsche Grammophon hâlâ Almanların elinde.

► Peki Türkiye’ye dair bir yorumunuz var mı? Sanatçı yetiştirilmemesi ile alakalı olarak.
Türkiye’deki sanatçılarda biraz lisan problemi var. Yani bir Türk sanatçının yurtdışına açılabilmesi için lisan bilmesi gerekiyor. Maalesef konservatuarlar bunu sağlamıyor. Halbuki konservartuvarların, belki de birinci en önemli öncelikleri lisan olmalı. Yani kendi yaptığınız iş konusunda yeterli bir şey yok, kitap yok Türkiye’de. O kitap yoksa nerden takip edeceksin. Veya bir dergi. Biraz lisan bilmeniz gerekiyor. İnsanlarla iletişim kurmak için lisan bilmeniz gerekiyor. Mesela burada çok iyi sanatçılar var, gidiyor yurtdışına. Provalar sırasında anlaşamıyor. Çünkü lisan yok. Çok iyi bir lisan bilgisine tabii gerek yok ama senin derdini anlatacak lisanı bilmen gerekiyor. O şart.

► Peki i yandan da teknik problemleri var mı Türk müzisyenlerin?
Eee var tabii, çok iyi bir piyano da çalamıyorlar Türkiye’de. Gidin Avrupa konservatuarlarında her odada bir büyük Steinway marka piyano var. Türkiye’de o sınırlı, daha az. Çok pahalı 150 bin avroya bir piyano satıyorlar. Türkiye’ye gelmesi 150 bin avro bunun. Çok pahalı bir şey. Yani bir servet oldu hele yeni rakamlarla. Onun için bu kolay bir şey değil. Konservatuvarları da suçlamak çok kolay bir şey esasında çok da doğru bir şey değil. Çünkü onların da alım gücü belli.

► Ama galiba Türkiye’de hiçbir zaman diliminde doğrudan sanata büyük büyük paralar yatırılmadı.
Hiçbir zaman! Devlet hiçbir zaman sanata, çok büyük destekçi olmadı. Yani şöyle bir şey var, esasen şöyle bir desteği var devletin. Gerçekten inanılmaz bir şekilde 7 tane operamız var. Belki ondan fazla senfoni orkestramız var. Tiyatrolar var, şehir tiyatroları var. Yok değil var. Fakat eğitim... Bütün problemimiz eğitim. Oraya gelmeden verilen eğitim biraz zayıf olduğu için ee biraz doğal olarak da çıkan her şey zayıf oluyor açıkçası. Mesela zamanında İstanbul Operasında çok güzel şeyler yapıldı AKM��de gerçekten ve salonlar da pekala doluydu. Ee onların şimdi tekrar salonlarına kavuşması lazım. Salon çok önemli. Lütfi Kırdar bugün Türkiye’nin en iyi müzik icra edilebilecek salonu. Llasik anlamda söylüyorum. Ama o da sonuçta sanatçılar tarafından yürütülen bir yer değil, bir sanat kurumu değil. Halbuki sanata ait bir konser salonu olması lazım. Önceliği sanat yapmak olan. Yani gerçek bir konser salonu olur tabii ki dışarıya kiraya verecek, oradan da para kazanacak. Ama onun yanı sıra iyi orkestraların gelip gittiği, iyi sanatçıların sahne aldığı bir platform da olması lazım ama bu yok. Bir de şöyle bir problem var, İstanbul o kadar büyüdü ki. Eskiden 1 tane konser salonu vardı, şimdi ise İstanbul’a 3 tane salon lazım. 3 büyük salon lazım. Anadolu yakasında büyük bir kitle var.

► Az evvel Rusların bahsini ettiğiniz başarısının sırrı ne olabilir? Sadece eğitim mi?
İyi eğitim elbette. Eğitim zaten bir numarada olmalı. Rusya’da zaten eğitim çok iyi. Sanata destek var. Şu anda Rusya’dan akın akın sanatçı çıkıyor, Çin’den de tabi ama Çin’i çok söylemiyorum çünkü oradaki nüfus çok tuhaf bir nüfus. 1.5 milyar insandan tabii ki bir şeyler çıkacak yani. Orada da her yıl böyle binden fazla falan piyanist mezun oluyor. Böyle şeyler var. Ama Rusya’dan çok iyi sanatçılar çıkıyor.

► Peki Borusan’ın gelecek hedefleri neler? Neler yapmak istiyorsunuz?
Zeynep Hamedi'yle sürekli konuştuğumuz bir şey var: “Ah bi konser salonumuz olsaydı...” Konser salonunu yapmak çok büyük bir problem değil. Borusan’ın böyle bir parası var yani yapar onu. Ama ondan sonra nasıl işleteceksin? İşletmek için o kadar büyük bir masrafa gerek var ki. Oraya yurtdışından, Türkiye’den sanatçı getireceksin, çok büyük bir şey yapacaksın. Daha sonra kiraya vereceksin, e o kiralar yetecek mi? Bakın bir kriz oluyor, hemen dolarlar değişiyor TL’ye dönüyorsun ama sanatçıya hâlâ avro ödeyeceksin. Onun için dengeler bir anda altüst olur. Orayı işletmek ayrı bir şey. Mutlaka o tip salonların, kültür merkezlerinin devlet desteğine ihtiyacı var.

Not: Geçen hafta yayınlanan Mozaik söyleşisinde, 4 Ekim tarihli konserin kadrosu yazılmamıştı. Grubun 4 Ekim'de Moda Kayıkhane'de vereceği konserde Ayşe Tütüncü, Saruhan Erim, Mehmet Taygun, Timuçin Gürer, Serdar Ateşer, Mehmet Tütüncü, Sumru Ağıryürüyen, Levon Balıkçıoğlu, Ezel Akay ve Yağız Üresin'in yanı sıra, Gevende grubundan Gökçe Gürçay yer alacak.