Mannheim’ın metinleri ‘klasik’ sosyolojiden modern sosyolojiye geçişin neredeyse bütün aşamalarını içerir. Yeni yaklaşımlara yelken açmak isteyen sosyal bilimcilerin onun metinlerinde gerekli esini bulacakları rahatça iddia edilebilir

Kültür sosyolojisi ve işlevselcilik

ATA DEVRİM

30’lu yıllarda sosyoloji çevrelerinde etkili bir isim olan Karl Mannheim, entelektüelleri sosyolojik bakış açısıyla incelediği metinlerinde ‘yüzergezer’ entelektüel tipinden söz eder. Bunlar herhangi bir politik akıma bağlılık göstermezler. Doğrusu şudur ki Mannheim’ın kendisi de benzer bir profil çizmiştir. Frankfurt Okulu kendisine hoş gözle bakmadığı gibi o, karşı kampta da kendisine bir yer edinememiştir.

Mannheim’a karşı takınılan tutum temelsiz de değildir gerçi. Sözgelimi Marx’ın katkılarını kabul etmekle birlikte, bu katkıların çok sınırlı kaldığını dile getirmiştir. Daha açık bir ifadeyle, ünlü eseri İdeoloji ve Ütopya’da Marksizmin bilgi sosyolojisi için gerekli temelleri attığını ama bu akımın kendi düşünce kalıpları nedeniyle bu temel üzerine gerekli yapıyı inşa edemediği gibi bir sav ileri sürmüştür. Diğer bir deyişle, Marksizm bireylerin farklı düşünce dünyalarına sahip oldukları görüşünü ortaya atmış ama yalnızca sınıf kavramı üzerinde durmuş ve kuşak ya da meslek grupları gibi tabakalaşma örneklerini dikkate almamıştır.

Sosyoloğumuz yine de Kültür Sosyolojisi başlığı altında kitaplaştırdığı makalelerinde Marx’ın rehberliğinde ilerlemeye devam etmiştir. Alman İdeolojisi’nde Marx ve Engels, bireylerin maddi koşulların ve ön kabullerin etkisi altında tarihi biçimlendirdiklerini ileri sürerler. Mannheim bu noktada bir açımlama girişiminde bulunur: “…her birey, toplum içinde yetişmesi nedeniyle iki anlamda önceden belirlenmektedir: Bir yandan verili koşullar, diğer yandan bu koşullar içinde önceden şekillenmiş düşünce ve davranış modelleri bulur.” Demek ki, koşullar ile birlikte bu koşullara verilecek tepkiler de belirlenmiştir. Kuşkusuz, bu argümanı Mannheim daha sonra yumuşatmıştır: Sözgelimi erkeklerin kadınları yorumlama biçimi ilk önce kadınlar tarafından da benimsenmiştir, ne var ki, sonra iş yaşamının kadınları da emek-gücü olarak talep etmesi sonucu kadınlar kendilerinin inşa ettiği bir öz-bilince sahip olmuşlar ve böylelikle kendilerine tek yönlü olarak verilen yoruma karşı çıkmışlardır. Burada egemen ideolojiye karşı bir başkaldırı söz konusudur. Başkaldırıya itilim veren öz-bilincin kaynağı nedir peki? Burada Mannheim, Kant’a döner: “Öz-bilinç başta bireyde ortaya çıkar, ama bu bireyle aynı durumdaki başka bireylerin, konumlarındaki ortak öğeleri keşfetmesi ve toplumsal rollerine yönelik ortak bir tanıma ulaşmalarıyla hemen toplulukla ilgili bir hal alır.” Bu noktadan itibaren başkaldırı ütopyaların bedenlerinde serpilirler. Yine de süreç bu denli yalın değildir: “Bu karşıtlık güdülerinin akılcı toplum eleştirisine ve akılcı muhalefete dönüşmesi, alt sınıfların bu ilk dikilmelerinden ancak çok sonraları gerçekleşebildi.” Onlar adına kendi sınıfsal konumlarını aşarak entelektüeller konuşacaktır.

Mannheim yine Marx’ın rehberliğinde tarihsel materyalizm ile aynı paralelde ilerleyerek ‘buluş’ gibi en keskin biçimde bireyselliği çağrıştıran bir olgunun bile tarihsel olarak birikimli bir sürecin ürünü olduğunu söyler. Sonuç olarak buluş, tarih sahnesine çıkan birbirinden farklı öznelerin birbirlerinin çalışmalarına -haberli ya da habersiz- katkıda bulunmaları sonucunda son biçimini kazanır. İlginç bir benzetmeye başvurur burada Mannheim: Buluşun dilden bir farkı yoktur. Dil ancak toplumun ortaklaşa olarak ürettiği bir şeydir. Salt konuşma eylemi dilin yeniden-üretimini sağlar ve bu aynı kalıbın yeniden ve yeniden-üretilmesi anlamına da gelmez; konuşma ile dil yaratılan yeniliklerle gelişir. Bu benzetme kültür sosyolojisine giden kapıyı aralar.

Sosyolojide kültür genellikle bir sembol sistemi olarak kabul edilir. Mannheim’ın amacı anlam ile toplumsal yaşantı arasındaki ilişkiyi net olarak gözler önüne sermektir ve o, öncelikle sembol sistemi olarak kültür olgusunu ele alır. Bir nesnenin ortaklaşa kullanımından sonra sıra bu kullanım için bir sembol belirlemeye gelir. Bu sembol belirleme de yine ortaklaşa ortaya konan bir eylemdir. Böylelikle şeyler nesnel anlamlara kavuşmuş olur. Mannheim, İdeoloji ve Ütopya isimli ünlü eserinde bir kişinin bir topluma ancak o toplumun belirlediği anlamı paylaştığında ait olduğunu önemle vurgular.

Kapitalist sistemi sosyolojik analizin mercekleriyle ele almayı amaçlar Mannheim ve bunun için de tek yol olarak işlevselciliği gösterir. Verdiği bir örnekte, yatırımcı, açgözlülüğü ile fiyat düzeyinin dengeye erişmesini sağlar. Amacı böyle bir dengenin oluşması olmasa da eylemi böyle bir sonuç doğurmuştur. Weber, Mannheim’a göre, eylemin anlamı ile amacı arasında bir ayrıma gitmediği için işlevselci analize yönelmemiştir.

İşlevselcilik günümüzde özellikle Talcott Parsons’ın yaklaşımı nedeniyle sert bir biçimde eleştirilmektedir. Mannheim’ın anladığı ve okura aktardığı işlevselcilik, Adam Smith’in yaklaşımına son derece benzemektedir; bilindiği gibi Smith, bireylerin kendi çıkarları peşinde koştukları zaman toplum için en iyisinin gerçekleşeceğine inanıyordu. Ne ilginçtir ki Parsons, 30’lu ve 40’lı yıllarda bu ‘klasik’ yaklaşıma karşı idi. Üstelik yaşamının çok erken bir döneminde Mannheim’ın Weber üzerine verdiği dersleri de takip etmişti. Ama sonra teorik bir model inşa etmek için bir sistem teorisi geliştirmeye karar verdi. Bunun için de Mannheim’a geri döndü. Kuşkusuz bazı bağlamlarda Parsons’ın yeterli ölçüde onu takip etmediği söylenebilir. Parsons, Mannheim’ın izinden giderek insanın en önemli özelliğinin kültür yaratması ve bu kültürü nesilden nesile ya da daha genel olarak toplumdan topluma aktarması olduğunu ileri sürer. Eleştirmenlerinin iddia ettiği gibi Parsons’ın teorisinde değer kalıpları ile aktör arasında tek yönlü bir ilişki yoktur; aktör bir sorunla karşılaştığında yeni değer kalıpları yaratabilir. Asıl sorun Parsons’ın bu konu üzerinde ayrıntılı olarak durmaması ve bu olgudan yalnızca satır aralarında söz etmesidir. Mannheim’a göre kuşaktan kuşağa aktarılan düşünce yapısı bu aktarım sırasında kaçınılmaz olarak değişir. Aktarım süreci her biçimde yorumlama eylemini içerir. Modern sosyoloji teorileri de Mannheim’ı açıkça referans göstermeden onun izinden gitmişlerdir; sözgelimi Etnometodoloji ve Yapılaşma Teorisi’nde aktörler yapıları yeniden-üretirler. Yeniden-üretim süreci edilgen değil aktif aktörlere işaret eder ve çoğunlukla değişimi barındırır.

Görüldüğü gibi Mannheim’ın metinleri ‘klasik’ sosyolojiden modern sosyolojiye geçişin neredeyse bütün aşamalarını içerir. Parsons’tan Goffman’a çok sayıda sosyoloğun geliştirdikleri sistematik yaklaşımların ilk biçimleri bu metinlerde gizlidir. Sosyolojinin serpilmesinde Mannheim etkili bir isim olmuş ve büyük olasılıkla gelecekte de olacaktır. Yeni yaklaşımlara yelken açmak isteyen sosyal bilimcilerin onun metinlerinde gerekli esini bulacakları rahatça iddia edilebilir.

kultur-sosyolojisi-ve-islevselcilik-500487-1.

kultur-sosyolojisi-ve-islevselcilik-500488-1.