Google Play Store
App Store

Sanatçı Güneştekin’in ‘Kayıp Alfabe’ sergisi Artİstanbul’da sanatseverleri ağırlıyor. Güneştekin, ‘‘Sanatsal ifadelere müdahale, iktidarın pek çok alanı olduğu gibi kültürel alanı da yönetme anlayışını gösteriyor’’ dedi.

Kültürel alanı da ele geçirmek istiyorlar
Fotoğraf: BirGün

Tuğçe ÇELİK 

Ahmet Güneştekin’in Christoph Tannert küratörlüğünde gerçekleştirdiği ‘Kayıp Alfabe’ sergisi 20 Temmuz’a kadar Artİstanbul Feshane’de devam ediyor. Güneştekin, Türkiye’nin yakın tarihinde yaşanan toplumsal olayları, mitlerle birleştirerek sanatseverlere sunuyor.

Sanatçı, hafıza ve göç kavramlarına odaklanırken ses ve görüntüleri birleştirerek izleyiciyi toplumsal travmalarla yüzleştiriyor. ‘Kayıp Alfabe’ bütünden kopmuş zaman-mekân parçalarıyla izleyiciyi bir araya getirirken sergide yer alan ayakkabılar, sokak tabelaları, eşarplar, gaz maskeleri geçmişin izleri olarak anlam kazanıyor. Güneştekin ile ‘Kayıp Alfabe’ üzerine konuştuk.

Toplumsal konular ile mitik imgeleri neden buluşturuyorsunuz? 

Mitosu işleyen bir çalışma, tıpkı bir ışık huzmesinin güçlükle nüfuz edebildiği buzlu camlar gibi opak olan hafıza görüntülerini gün ışığına çıkarır. Çünkü mitik imgelerle kolektif hafızamız arasında bağlantı var. Bazen bir imgeyi tanımak ve onu deşifre etmek için bir başlığa bile ihtiyacımız olmaz. Bu hikâyeler birbirinden çok farklı kültürlerde tekrar tekrar bazı farklılıklarla ama her zaman tanınabilir bir yapıyla ortaya çıkar. Bu sembol ve anlamların gücü, zamanı, mekânı ve kültürleri aşıyor. Benim ilgimi çeken mitlerin bu esnekliği. İkarus’tan Leda ve Kuğu’ya bu anlatılar çok uzak geçmişten geliyorlar ancak esnek oluşları sayesinde her ana aitler ve bu da sonsuz yeniden yorumlama demek. Mitin bu esnekliği ve dönüşen kökleri onu herhangi bir zamana, bağlama veya kültüre uyarlanabilir kılıyor. Bu nedenle, mitos etrafında kurgulanan sanat pratiğinin yalnızca kendi anına değil, her ana ait olduğunu ve mite bakmanın paylaştığımız sınırsız değerler, diller ve anılar üzerinde düşünmemize yardımcı olabileceğini düşünüyorum.

‘Benim için malzemeyle uğraşmak başlı başına politik bir yaklaşım’ diyorsunuz. Bunu detaylandırır mısınız? 

Kullandığım malzeme ve izleyicinin kişisel bağ kurabileceği nesne bir sorgunun konusuna dönüşebiliyor. Her nesne bu yeteneğe sahip değil ancak bazıları tekrar tekrar karşımıza çıkar ve bizi etkilemeden bırakmaz. Seçtiğim malzeme ve nesneler arasındaki etkileşimler, deneyimleri ve yaşantıları anlamak için önemli tartışmaları teşvik etme yeteneğine sahip. Burada daha seçim aşamasında materyalle bir diyalog başlatıyorsunuz ve izleyici eserle karşılaştığında çok sesli bir sohbete dönüşüyor. Malzemenin özüne sadık kalarak, kendi doğal özelliklerini ve karakterini vurgulamak için taşı kullanma seçimiyle başlayan bir diyalog. Heykel alanına yerleştirilen işlerde taşları en az müdahaleyle kullandım. Taşın tabakalanma seviyelerini dahi görebilirsiniz. Taş oluşumları metalle bağdaştırarak geometrik formlar oluşturdum. Bu heykeller, farklı boyut ve yerleşimlere sahip. Taşa yapısal bir malzeme olarak baktığımda, onda sürdürülebilir bir geleceğin imgesini görüyorum. Ekolojik yıkım yaşadığımız bir dönemde, belki de dünyanın ihtiyacı olan şey, insanın geçmişini, kendi maddi tarihini taşıyan taşlarda görmeyi seçmek.

Cumartesi Anneleri, erkeklerin katlettiği kadınlar, Roboski Katliamı ve yasaklanan edebi eserler… Bu toplumsal travmatik olaylarla izleyiciyi yüzleştirmeyi nasıl yorumlarsınız?

Yaşadığımız coğrafyanın zincirleme travmalarının biriktirdiği muazzam yük giderek büyüyor. Elbette anlamlı bir onarım olmadan. Bunun sonucu olarak, üstü örtülmüş ama bir türlü iyileşmeyen pek çok yara, önceki kuşakların kenara koymuş olduğu, kendileriyle ilgili çözemedikleri, kavrayamadıkları geçmişten kalan düğümler sanatsal üretimlerde daha fazla görünür oldu. Bu çalışmalar konforsuz bir deneyim sunabiliyorsa ancak bir yüzleşmeden ve olası sağaltımdan bahsedebileceğimizi düşünüyorum. Aksi takdirde temsil ettiği ya da karşı çıktığı şiddeti yeniden üreten sanat işleriyle karşılaşırız. Kesintiye uğratılmış toplumsal hafızamıza bakarak belirli olaylara odaklandığım işlerde doğrudanlığı küçümsemiyorum, ancak inkârla mayalanmış bir imgeler rejiminin içine düşmeyen ve tanıklık potansiyelini yitirmeyen bir sanatsal hakikat üretmeye çalışıyorum.

∗∗∗

HALKIN İLGİSİ SANSÜRÜ KIRIYOR

Sansür ya da otosansür gibi durumlar yaşıyor musunuz?

Şimdiye kadar açık sansüre uğramadım ama açık sansür vakalarının yanı sıra, bir onun kadar dolaylı şiddet içeren müdahalelerin sanatın üretilmesi ve sergilenmesinin koşullarını belirlediğini düşünüyorum.

Sergi kataloğu toplatma kararlarından filmlerin dolaşımına getirilen kısıtlamalara kadar sistematik uygulamalara tanık oluyoruz. Diyarbakır’daki Hafıza Odası sergisinin erken kapatılma kararı bir sansür biçimiydi. Türkiye sanat tarihinin en önemli sergilerinden biri olma yolunda ilerleyen Kayıp Alfabe sergisinin, Türkiye’deki sanat medyasında yer almaması, görmezden gelinmesi de bir tür sansürdür. Sergilerim milyonlarca ziyaretçi alıyor, dünyada az rastlanılan bir ilgi olarak değerlendirilebilir. Ama kendi ülkesinde görmezden geliniyor. Eserlerim ve sergilerime fiziksel müdahalelere sessiz kalan bir sanat dünyasının varlığının da bir sansür olduğunu düşünüyorum. Benim için bu sansürleri kıran şey, halkın ilgisi ve yıkımın onarımına dair umudumu güçlü tutmada yardımcı olan sanatıma karşı sahici yaklaşımlarıdır. Sanatsal ifadelere ve yayılmasına ilişkin olarak eserlere, sergilere ve gösterimlere müdahaleler, korku ve endişe ortamı yaratmak, iktidarın pek çok alanı olduğu gibi kültürel alanı da yönetme anlayışını gösteriyor. Tüm bu tartışmaların merkezinde, sanatın ne olduğuna ve ne yapması gerektiğine kimin karar vereceği meselesi var. Ben her zaman bağımsız oluşumların içinde olmayı tercih ettim.

Çağdaş sanatın zamanı şimdiki zamandır ve sanatçıdan, gündelik politik hassasiyetlere göre kendini sürekli güncellemesi beklenir. Belki de kurumsal platformlarla mesafeli bir ilişkim olduğundan otosansüre maruz kalmadım. Ben kendi zamanımda bir kırılma noktası bulmayı ve bunu zamanların ve kuşakların karşılaşmasına dönüştürmeyi tercih ediyorum.